26 Mart 2016 Cumartesi

ATIK PİL KUTULARINI GERİ İSTİYORUM!

Nette dolanırken ‘Sakarya’da atık pil toplama yarışması’ başlıklı bir habere rastladım. Habere göre, Büyükşehir Belediyesi okul çağındaki çocuklara çevre bilincini aşılamak için atık pilleri toplamak konusunda teşvikte bulunuyor. Bunun için de yarışma düzenleniyor ve yarışma sonunda da çeşitli ödüller var. Alkışlanacak bir hareket. Bu kapsamda il genelindeki okulların nerdeyse tamamına da atık pil toplama kutusu konuldu; öğrenciler bu kutulara artık enerjisi tükenmiş pillerini atıyorlar. 
Bu güzel hareket yaşanırken beni rahatsız eden bir başka uygulamayı iletmeden geçemeyeceğim. Belediye bir taraftan atık pillerin toplanması için bu adımı atarken, öte yandan da sebebini anlayamadığım bir şekilde şehrin muhtelif yerlerinde bulunan atık pil kutularını kaldırdı. Kendi adıma konuşmam gerekirse, bir anda elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi hissettim. Yüksek düzeyde pil kullanan bir insan olarak çevreye karşı kendimi büyük bir tehdit olarak görüyorum. Beni rahatlatan ise Büyükşehir Belediyesi girişi güvenlik kulübesi yanında bulunan kırmızı renkli atık pil toplama kutusu idi. Artık değil… Çünkü sebebini anlayamadığım bir şekilde bu kutu yerinden kaldırıldı. Uzunçarşı başında bulunan kutu da öyle. Yeni Cami önündeki de keza aynı kaderi paylaştı. Şehrin birçok yerinde bulunan bu kutuların tamamı kaldırıldı. 
Bir yandan atık pillerin toplanması için atılım yapan belediye neden benim pil atmamın önüne kesti hiç anlayamadım. Bana bir garezi olamaz herhalde. Olsa olsa bu kutuları pil atmak yerine selpak tıkacağı olarak kullananlardan bıktığı içindir. O yüzden de büyüklerden umudunu kesen Belediye Çevre Koruma Dairesi yetkilileri yeni nesillere yönelerek sorunu kökünden çözmeye karar vermiştir. Şimdi biz bugün ilkokul çağında olan çocukların beyinlerinde ‘enerjisi bitmiş piller ayrı kutulara atılır’ etiketinin yer etmesini bekleyeceğiz. Ve umuyoruz ki, bundan yaklaşık 20-25 yıl sonra atık pil gibi bir sorunumuz kalmayacak. 
Farklı kurumlarda ve okullarda atık pil kutularının bulunması çevre için olumlu bir hareket. Ancak, benim gibi genellikle pillerini sokakta mp-3 dinleyerek tüketen ve pilin tükendiği anda sokaktaki atık pil kutularına atanlar için bir alternatif düşünülmesini talep ediyorum. İşin özü ben kırmızı atık pil kutularımı geri istiyorum. 
*** 

KÜLTÜR ETKİNLİKLERİNDEN KÜÇÜK BİR NOT
Büyükşehir Belediyesinin artık rutin hale gelen kültür etkinlikleri takdir edici boyuta ulaştı. Zaman buldukça etkinlikleri takip etmeye çalışıyorum. Beni en çok gururlandıran sahne ise tiyatro gösterilerinde Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’nun en ön sırada yerini almış olduğunu görmek. 
Biraz eski bir tarihe gideceğim ama en son tiyatro için o zaman vakit bulabilmiştim. (Gazeteciliğin en büyük handikabı budur işte; her yerde olmak istersiniz ama hiçbir yere yetişemezsiniz.) Devlet Tiyatrosunun Lozan oyununu izlerken bir taraftan da ön sırada ünlü oyuncu Salih Güney ile birlikte oturan Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’nu gözlemledim. Toçoğlu, bütün oyun boyunca bir protokol üyesi gibi değil, daha çok salona tiyatro izlemek için gelmiş bir izleyici gibiydi. Tiyatroyu sevdiği için salonda olduğu her halinden belliydi. Başkan, her fırsatta sahneye çıkıp demeç verme hevesinde değil. Bir oyun sahnelenmiş ve gerekiyorsa oyun sonunda sahneye çıkıp oyunculara teşekkür ediyor, çiçeğini sunuyor. Hepsi bu. Sahnede nutuk atma heveslisi olan politikacılardan değil. Bu davranış tiyatro izleyicisini de rahatlatıyor, oyun sonunda gereksiz konuşmaları dinlemek zorunda kalmıyor. 
Büyükşehir Belediyesi’nin kültür etkinliklerindeki tiyatro oyunlarında tek sıkıntı oyun sayısının az olması ve bilet satışında yaşanan sıkıntı. Devlet Tiyatrolarının oyunlarının seçilmesi bilet fiyatları açısından yerinde bir hareket. Ancak bu rahatlık kendisiyle birlikte biletlerin anında tükenmesi sorununu beraberinde getiriyor. Özellikle bazı okulların tiyatro biletlerini toplu halde satın alması, tiyatronun geniş kitlelere ulaşmasını engelliyor. Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi tiyatro oyunlarında okullara ve vatandaşlara ayrı gösteri hazırlamaları durumunda salonda yaşanan yığılmanın da önene geçilebileceği kanaatindeyim. Böylelikle 5 TL gibi uygun bir fiyata vatandaşların kaliteli tiyatro izlemesi sağlanmış olacak. Bu hususta tiyatro sever olan Başkan Zeki Toçoğlu’nun devreye girmesi gerekiyor. 
(Bizim Sakarya Gazetesi / -ARŞİV-)

25 Mart 2016 Cuma

ARİFİYELİ EĞİTİMCİLERDEN BİR E-POSTA

Arifiye ilçesindeki eğitim alanında yaşanan bazı eksikleri dile getirdikten sonra elektronik postamıza ilginç bir mektup ulaştı. Arifiye’den Duyarlı Eğitimciler imzası taşıyan mektupta ilçedeki eğitim sıkıntısına ve yine ilçede kurulmak istenen SAÜ Meslek Yüksek Okuluna farklı bir bakış var. İzninizle, söz konusu elektronik postayı, yorumsuz bir şekilde sizlerle paylaşıyorum. 
*** 
Arifiye Anadolu Öğretmen Lisesine ait şu anda Arifiye Çok Programlı Lisesinin bulunduğu bina Sakarya Üniversitesine Yüksek Okul binası olarak verildiği ve ilçeye bir yüksek okul kazandırılacağı müjdesi ile nara atılmaya başlandığını herkes duymuştur. Ancak bu niyetin Arifiye’nin eğitim ve kültürel yapısının bozulması adına yapılacak en büyük kötülük olacağını sizlere anlatmaya çalışacağız. Konunun bu derece mühim ve bu derece yanlış ve hiçbir dayanağı olmadığını görüştüğümüz eğitimle hiç de alakası olamayan vatandaşlar da tespit etmiş durumda. Ateş düştüğü yeri yakar misali bu girişime en tepkili olan ve olacakları şimdiden görebilen Arifiye Anadolu Öğretmen Lisesi öğretmenleri ve öğrencilerinin de ne derece tedirgin bir bekleyiş içinde olduklarını görmek ya da duymak zor değil. Türkiye’de isim yapmış hatta 1937’den buyana Arifiye ismini markalaştırmış yetiştirdiği bölge evlatları ile birçok kapıların kendisine açıldığına üst makamlarda yapılacak işlemlerde bu okul mezunlarının katkılarına tarih şahit olmuştur ve olmaktadır. Hal böyle iken sadece Arifiye’ye değil Ülkeye hizmet eden ve bir kampus olarak 1937’den beri var olan lakin son yıllarda bazı binalarının tahsisi ile ciddi sıkıntılar yaşayan özellikle Arifiye Çok Programlı Lisesi öğrencileriyle aynı bahçeyi kullanmaları her iki okul içinde çözülemeyen ciddi sıkıntıların yaşandığını herkes tarafından bilmekte iken, Çok programlı Lisesinin yeni binasına geçmesi problemlerin bitmesi anlamına geleceği ve mutlu bir bekleyiş içinde beklenirken bu girişimin kimler adına niçin yapıldığını bulmak hiç zor olmadı. Konu ile ilgili İlçe Milli Eğitim Müdürünün ve Belediye Başkanının açıklamaları ise hiç de gerçekçi olmadığı eğitim camiası tarafından kabul edilemez olduğu aşikardır. 
Evet yeni ilçe olmakla birlikte bazı anlamsız beklentiler içine girildi Arifiye’de. Özellikle esnafımızın bazıları gelirlerinin artacağını düşündü. Geride bıraktığımız 2 yıl bunun böyle olmadığını bazı şeylerin zamanla olacağını az çok hissettirdi. Ancak siyasetle bağlantısı olan bir esnafın maalesef eğitimin içinden gelen başkana sadece ama sadece simit sarayından ya da sofrasından her ne ise biraz daha fazla satış yapabilmesi adına ve bir müdürün açılacak yüksek okula genel sekreter olup, yüksek maaş alma planı bu girişimin asıl sebebi olduğunu tüm eğitim camiası olarak anlamış durumdayız. Bu planın Arifiye’ye, başkanına ve ilgili partiye ne kadar zararlar vereceğini kimseler görmez mi acaba? Bu saatten sonra geri adım atılsa bile eğitimin başındaki kişilerin ve eğitimin içinden gelen başkanın ve yine eğitimin içinden gelen siyasi üyenin Arifiye’nin çocuklarını ne kadar düşündükleri dillerde dolaşmaktadır artık. 
Arifiye’ye hizmet veren üç ortaöğretim kurumu ile ilgili biraz araştırma yaptık. Milli Piyango Meslek Lisesi Arifiye sınırları içinde olmasına rağmen konumu itibarı ile merkeze uzaklığı ve Erenler ilçesine yakınlığı ile öğrencisinin % 80’inin Arifiye dışından geldiğini, Arifiye Anadolu Öğretmen Lisesi sınavla öğrenci aldığından ve giriş puanının yüksek olmasından Arifiye’li 50 kadar öğrencinin bu okulda okuduğunu ve yine geçmişteki okul yönetiminin yanlış politikaları yüzünden Arifiye’ye hizmet etmesi gereken Arifiye Çok programlı Lisesinin öğrenci grafiğinin de bunlardan çok farklı olmadığını gördük. Sınavla kayıt yok iken Serdivan’dan Sapanca’dan Adapazarı’ndan hatta emsal okul olan Erenlerden okul yönetimlerinin ilköğretim notu düşük diye kayıt almadıkları öğrencilerin toplandığı Arifiye Çok Programlı Lisesinde de İlçe dışından birçok öğrenci olduğu ve bu okuldaki bitmek bilmeyen olayların ilçe dışından geçmişte kabul edilen bu öğrencilerden kaynakladığı ifade edilmektedir. Arifiye İlçe Milli Eğitimin web sitesindeki istatistik linkinde ilköğretim 8. sınıf öğrencisinin 662 olduğunu görünce basit bir hesap yaptık. Orta öğretimde yaklaşık 2600 civarında öğrenci olduğunu çıkardık. Okullardan aldığımız tam resmi olmayan rakamlara göre de Arifiye’de ortaöğretimde okuyan öğrenci sayısı 1 500 civarında bundan sonraki hesabı ve açıklamayı gerek duyarlarsa Arifiye kamuoyuna ilgililerin yapmasını ve geriye kalan öğrencilerimizin nerede okuduklarını açıklamaları gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Arifiye’liler bu öğrencilerin nerede olduğunu çok iyi biliyorlar. Her sabah çocuklarına harçlık verebilme sıkıntısı ile öğrencilerini servise ya da dolmuşa bindirip Sapanca Anadolu Lisesine, Sapanca Kız Meslek Lisesine Serdivan Lisesine, Serdivan Kız Meslek Lisesine, Adapazarı Şükrü Ayna Anadolu Lisesine, Erenler Anadolu Lisesine, Erenler 1. Endüstri Meslek Lisesine, Camili Meslek Lisesine, Adapazarı Atatürk Lisesine, Geyve Anadolu Lisesine gibi tüm okullara gönderme çilesi çeken Arifiye’li velilerin ve öğrencilerin bu sıkıntıları var iken Arifiye’nin göbeğine farklı kültürü olan ve 73 yıldır Arifiye’ye hiçbir zarar vermeyen bir yatılı okulun alanının içine ve yine üniversitelerin en problemli bölümü olan yüksek okulun getirilmesinin ne kadar anlamsız ve gereksiz olduğunu önceliklerin ne olduğunu anlatmaya çalıştık. Hemen yanı başımızda ve nüfusu bizden az olan Sapanca ilçesinde dört ortaöğretim okulunun olduğunu ve konum ve okul statüsü olarak bu okulların büyük kısmının Sapanca’ya hizmet ettiğini sayın başkanımız çok iyi bilir. 
Arifiye’nin öncelikle bir Anadolu Lisesine, bir Genel Liseye, bir meslek lisesine, bir kız meslek lisesine ihtiyacı var iken ve Arifiye’nin gelişmiş sanayisi eğitimden yetişmiş eleman beklentisi içinde iken sizler bazı esnaflara para kazandırayım diye böyle bir hatayı yaparsanız bunun hesabını önce Allaha sonra Arifiye’lilere veremezsiniz… Ve bundan sizlerin çocukları da zarar görür. 
Ortaöğretimde iyi bir meslek lisesi Arifiye’ye kazandırılmazsa Arifiye’nin fabrikalarında çalışan işçiler ilçe dışından gelmeye, Arifiye’nin zeki ve becerikli çocukları ilçe dışında imkansızlıklar içinde okumaya devam edeceklerdir. Bunun vebalini ve hesabını da kimse veremez. Elinizi vicdanınıza koyun birileri biraz az para kazansın ama Arifiye kazansın. Unutmayın ki Arifiye’de okuma imkanı bulabilecek binin üzerindeki ortaöğretim öğrencisi de Arifiye’li esnafımıza hareketlilik getirecektir. Arifiye’ye İlçe merkezi dışından günlük olarak okumaya gelen bir öğrenci kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını da ilçemizden giderecektir.
(Bizim Sakarya Gazetesi / ARŞİV)

18 Mart 2016 Cuma

ARİFİYE KIZ MESLEK ZIPKIN GİBİ OKUL(!)

Önceki gün tesadüf eseri Arifiye’de bu yıl inşa edilen bir okul binasını gezme fırsatı elde ettim. İyi ki de elde etmişim. Başta masumane başlayan ziyaretimiz, bir eğitim skandalıyla sonlandı. Söz konusu okulun adı; Arifiye Kız Meslek Teknik Okulu. Bunu da sorduk soruşturduk, öyle öğrendik. Çünkü okulun hiçbir yerinde ismini anlatan bilgilendirici bir tabela yoktu. Sözün açık tarafı, sıra daha o tabelayı asmaya gelmemiş. Sıranın o tabelayı asmaya gelmesi için de müteahhit firmanın daha çok yol alması gerekiyor.
Okula bir tabela asılmamış, ancak okulda gırla öğrenci var. Zira öğrenciler eğitime başlamışlar bile. Hem de hala tamamlanmamış okul binasında.
***
Hikayenin özü şu; Arifiye’de bu yıl inşaatına başlanan okulun binası tamamlanmış ancak elektrik tesisatının döşenmesi, ısınma gibi altyapı düzenekleri henüz sonlandırılamamış. Bu demek oluyor ki, okullar açıldığında (ki okullar eğitime başlayalı neredeyse bir ay olacak) bu binanın manzarası içler acısıymış!
İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Arifiye İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, inşaatın yüklenici firması tarafından iş teslim edilmeden binada eğitim ve öğretim yapılmasına göz yummuş veya izin vermiş… Ya da görmezden gelmiş… Bunu bilemiyoruz.
***
Bir bilene sorduk. Bu vakada müteahhidin pek bir suçu yokmuş. Eğer bize verilen bilgi doğru ise müteahhit firmanın, işi teslim etmesine daha 1 buçuk ay gibi bir zaman var. Yani burada Milli Eğitim, öğrencileri tam hazır hale getirilmemiş binaya sokmak için acele etmiş. Öğrenciler şu anda elektriği bulunmayan, en küçük bir yağmurda girişini ve okulun arka kısmını su basan, denetimden geçirilmemiş bir okulda eğitim görüyor.
***
Şu anda okulda hala ustalar çalışmalarını sürdürüyor. Okul binasını gezdiğiniz zaman her yerde elektrik kablosu görebiliyorsunuz. Bu kabloların birçoğunun ucu açık… Öte yandan okul çok iyi inşa(!) edildiği için birinci katları yağmurdan su basmış. Ucu açık kablolar ve su birikintileri yan yana ölümlü bir buluşmayı bekler gibiler.
Bir okul yetkilisine manzarayı göstererek bu kablolardan birisi bir bela yapsa, bir öğrenciye elektrik çarpsa ne olacak, diye sorduk. Yüzümüze baktı… Sustu… Omuzlarını kaldırdı, belirli belirsiz “hiç olmasa, daha mı iyi” deyiverdi.
Düşününce, o da kendi açısından haklı. Yukarıdaki Milli Eğitim sever yöneticiler, okulu eğitime açmışlar. Bu okul binası tamamlanmış mı tamamlanmamış mı, elektriği, suyu, ısıtması var mı yok mu diye sorgulamamışlar. Şehir elektriği bağlanmamış okul binası öğrencilerle dolunca, tek çare olarak uzatma kablolarıyla inşaat elektriğinin kullanılması kalıyor.
Aslında şimdi bu soruyu, değerli İl Milli Eğitim Müdürü Murat Yazıcı’ya sormak lazım. Efendim, bu okulda elektrik kabloları ucu açık vaziyette yerlerde sürünüyor. Bir kaza olsa, öğrencilerden birine elektrik çarpsa ne yapacaksınız Sayın İl Milli Eğitim Müdürüm? Buna cevabınız nedir, acaba? Yoksa siz de okul yetkilisi gibi sadece omuzlarınızı mı kaldıracaksınız.
***
Şık bir görünüme sahip olan okul binasında büyük eksiklikler olduğu ilk bakışta fark ediliyor. Okulun ana giriş kapısı son günlerdeki yağmurlardan olumsuz etkilenmiş. Anlaşılan her sağanak yağışta öğrenciler okula su göletleri içerisinden ulaşabilecek. Okulun arka kısmı ise daha kötü durumda. Arka bahçe tamamen su içerisinde yüzerken, bina içerisine de su sızıyor.
***
Binada daha bir dizi eksiklik varken, yine edindiğimiz bilgiye göre, inşaatın başında olması gereken müteahhit son zamanlarda biraz işi sallamış gibi.
Buna ne denir ki adamın binası kontrol edilmeden, denetimler yapılmadan teslim alınmış. İşi sallaması kadar doğal ne olabilir.
Peki bir ikinci soru; siz okul binasını öğrencilerle doldurdunuz, Milli Eğitim ve Bayındırlık müfettişleri okul binasına onay vermezse ne olacak?
Ne olacak söyleyelim. Pamukova’da bu vaziyette müfettişlerden onay görmemiş iki adet okul var. Onay olmasa da orada eğitim verilmeye devam ediliyor. Şimdi bu onaysız okullar sayısını bir de Arifiye’den katkı yapılacak.
Bakalım ne olacak… 
(Bizim Sakarya Gazetesi / ARŞİV)

11 Mart 2016 Cuma

AKP İL YÖNETİMİNİN MİTİNG MESAJI

AKP il yönetiminin miting mesajı ve Başbakan’ın özel bilgiler hassasiyeti.

Yazı günümüze denk gelmediği için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Sakarya Kent Meydanı’ndaki mitingiyle ilgili gözlemlerimizi ancak paylaşabiliyoruz. 
O kadar kişi geldiydi, bu kadar kişi gelmediydi tartışmaları yapmanın ve bu gelmeyen kişi sayısını havanın sıcak olmasına, meydanın cayır cayır yanan taşlarına bağlamaya gerek yok. Gelmeyenler en nihayetinde halkın referanduma olan ilgisizliğine ışık tutuyor olabilir. Veya iyi niyetle havadan sudan muhabbet yapıp partiniz adına kendinizi iyi de hissedersiniz. Güneş sıcaktı, hava nemliydi benzeri… Bu cümleyi bütün partiler adına kullanıyorum; evet ve hayır cephesindeki duruma baktığınız zaman siyasi tartışmaların referandum mantığından uzaklaştığını görebiliyorsunuz. Halk da o yüzden meydanları doldurmuyor, doldurmak içinden gelmiyor… 
Başbakan’ın Sakarya Kent Meydanı’nda yaptığı konuşmayı TV’lerde, radyolarda ve daha sonra da gazetelerde uzun uzun takip ettiniz. Tekrarlayacak değilim. Sadece o konuşmada takıldığım iki noktayı paylaşmak istiyorum. 
İlk, Başbakan Erdoğan Anayasa Değişiklik Paketinin halkın yaşamına katacağı yeniliklerden bahsederken şunları ifade etti: “Sevgili Sakaryalılar artık bir cep telefonu kartı almaya gittiğiniz zaman kişisel bilgileriniz sizin isteğiniz dışında kullanılamayacak.” 
Başbakan, hepimizin cep telefonuna vadaaaaa diye gelen saçma ve sapan mesajlardan bahsediyor. Temelde de Anayasa’nın 20. Maddesini kastediyor. O maddeye şu metin eklenecek: “Herkes kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir.” 
Bu madde aynı zamanda medyada ‘fişleme tarih olacak’ diye lanse ediliyor. Biz pek inanmıyoruz. Neden? Çünkü fişleme dediğiniz şey zaten yasal yapılan bir durum değildir. Fişleme yapmak isteyen hükümet bunu her durum ve koşulda yapacaktır. Önemli olan niyettir. 
Konuyu dağıtmadan geri dönelim. 
Başbakan şu kişisel bilgilerin kullanılmaması durumunu çok güzel izah ediyor. Ediyor ama kendi teşkilatı ‘kişisel bilgilere’ saygı duymuyor. 
Mitin gününden önce şehirde birçok cep telefonuna AK Parti Sakarya İl Başkanı Recep Uncuoğlu imzalı kısa mesajlar gönderildi. Mesajlarda özetle, “Başbakanımız ve Genel Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan Kent Meydanında bir konuşma yapacaktır. Sizlerde davetlisiniz” deniliyordu. Etrafımda bu kısa mesajı cep telefonuna ulaşmış çok sayıda kişi var. İşin asıl ilginç olan yanı şu ki, bu mesajı alanların çoğunluğu devlet memuru. Şimdi siz, bir devlet memurunun ‘özel’ cep telefonu numarasına iktidar partisi il başkanı sıfatıyla ‘Başbakanımız ve Genel Başkanımız’ konuşacak, sen de konuşmayı dinle niyetinde mesaj atarsan bu biraz rahatsız edici bir durum olur. Olmaz mı? 
Cep telefonuna miting duyuru mesajı atılan kişiler AK Parti il başkanlığına kendi özel numaralarının kullanılması için izin verdi mi? Yoksa özel cep telefonu numaralarımızın kullanılmaması için mutlaka 12 Eylül’de EVET oyu mu kullanmamız gerekiyor. 
*** 
Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında takıldığımız bir diğer husus ise ‘Sakarya’ kelimesi. Bilen bilir, AKP kanadı Başbakan Erdoğan’ın ne kadar çok Sakarya’yı sevdiğini ballandıra ballandıra anlatmaya bayılır. Hatta milletvekilleri sık sık “Bizim Başbakanımıza sorunları iletmemize gerek yok o zaten Sakarya’yı çok iyi tanıyor ve biliyor” derler. Başbakan Sakarya’yı iyi biliyordur muhakkak ama bilgilerin Başbakan’a çok sağlıklı gitmediği belli. Eksik enformasyondan veya bazılarının utancından kaynaklı olası ‘Taraklı Devlet Hastanesi’ni hizmete açtık’ sözünü telaffuz etmeyeceğiz. O durum farklı. Konu şu ki, Başbakan sağlık alanında hizmetleri sıralarken, “Yeni Sakarya’da hastane kurduk” dedi. Yenikent Devlet Hastanesinden bahsediyor. Muhtemelen bilgi böyle gitmiş; Yeni Sakarya Hastanesi. Bu köşeyi takip edenler Sakarya ile Adapazarı isimleri arasındaki hassasiyetimizin ne kadar üst düzeyde olduğunu bilir. 
Aslında bu durumda bir absürtlük de görmemek lazım. Öyle ya Adapazarı’nın merkezine yaptığınız meydana Sakarya Kent Meydanı adını verirseniz Başbakan da Yeni Sakarya der. 
Bu gidişle Adapazarı’nı da Sait Faik’in öykülerine hapsedeceğiz.

(Bizim Sakarya Gazetesi / ARŞİV)

10 Mart 2016 Perşembe

AK KEDİ, KARA KUSTURİCA

Bizi çok ilgilendirmez, ama hafta sonu Antalya’da yaşanan gelişmelere seyirci kalmak da içimizi burkuyor… Her yıl kabuğundan bir skandal çıkan Antalya Altın Portakal Film Festivali bu yıl maalesef uluslararası bir skandalla sarsıldı. Sırp yönetmen Emir Kusturica’nın festivale jüri üyesi olarak gelmesi; Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve yönetmenin birbirlerine karşı sert sözler sarf etmeleri ve daha bir dizi hatalar zinciri durumu bu noktaya getirdi. 
Bütün bu olumsuzluklar sonucunda, elimizde öyle bir tablo oluştu ki, sanki Bosna Savaşının tek suçlusu Kusturica gibi… 
Hemen başında belirtmekte fayda var; bu yazı Kusturica’yı savunacak bir yazı değildir. İyi derecede bir Sırp milliyetçisi olduğunu bütün dünyanın kabullendiği Kusturica’yı savunmak hiç ama hiç bize düşmez zaten! Ancak, milliyetçi olması, hatta kafatasçı dahi olması onun mükemmel icra ettiği sanatını inkar etmemizi; bir büyük yönetmeni tu-kaka ilan etmemizi gerektirmez. 
*** 
Bu kriz etrafında en doğru tespiti Milliyet’ten Can Dündar yaptı: “Balkanlar gibi mayınlı bir bölgede eski nüfuzunuzu yeniden kazanmaya soyunuyorsanız, eski kinlerle değil, kucaklayıcı yeni bir dille ortaya çıkmak zorundasınız.” Bu cümleyi neden kurdu Dündar, şu sebepten: “Başbakan Erdoğan geçen yaz Balkan açılımı çerçevesinde Bosna-Hersek lideri ile Sırp Başbakanı’nı Serebrenisca’da buluşturarak takdir toplayan bir barış adımı attı.” 
*** 
Bu kriz patlak verdiği günden bu yana Kusturica’nın birlikte çalışmayı en çok sevdiği bestekar olan Goran Bregovic’i tekrar tekrar dinliyorum. Goran’ın ‘kalasjikov’ şarkısındaki giriş mükemmel: “Cigani yürüşşşşşşş!!!!!” Goran Bregovic, canlı izleme şansı elde ettiğim bir konserinde, “Bizde askerler ‘yürüş!’ kelimesiyle atağa kalkarlar” demiş ve Kalasjikov şarkısını söylemeye başlamıştı. 
Sonra, insan Türkçe’den Sırpçaya girmiş kelimeleri düşünüyor ister istemez. Düşman, Kolko e sat? /saat kaç?/, Cepni sat /cep saati/, Bez şeker /şekersiz/, Kusur, Komşu, Ortak, Pilav, Top, Torba….. O kadar çok ki… 
*** 
Ortak bir dil bulmamız en kolay olan topluluklar bize en uzak duran oluyor. Tuhaf ve zorluklarla dolu bir coğrafyada yaşıyoruz. Medyamız, siyasilerimiz de zaman zaman ilginç çıkışlar yapıyor. Emir Kusturica ilk kez Türkiye’ye gelmedi. Daha önce hiçbir sorun yaşanmazken, şimdi birden bire Bosna’da yaşanan insanlık ayıbının tek suçlusu oymuş gibi üstüne çullanmak, bir talihsizlik oldu. 
İstanbul’u çok seven Goran Bregovic’i Bosna’da, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşananlardan dolayı suçlayabilir misiniz? Bunu yapmak mantıklı olabilir mi? 
Bu skandalda bizim için en büyük ayıp, siyasi çekişmelerimizi dünyaca ünlü yönetmenin etrafında sürdürmemiz oldu. CHP’li Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın şu sözleri, hayal kırıklığı sebebidir: “Kusturica, İstanbul ve Bursa’da çeşitli etkinliklere katıldı. İstanbul ve Bursa’da hiç sesini çıkarmayan kültür düşmanları neden Antalya’da tepki verdiler? Bakan Günay’ın tepkisi Altın Portakal tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Kültür Bakanı kültürsüzlüğün temsili olamaz. Üstünde daha kültürsüz makamlar var. Benim tanıdığım Bakan Günay böyle tepkiler vermezdi. Daha üstten bu şekilde bir açıklama gereği almış olabilir.” (11 Ekim / Sabah) 
*** 
CHP ile AKP arasındaki siyasi tartışmanın bu konu üzerinde dönmesi çok büyük bir talihsizlik oldu. Bu olay, siyasi tartışmalar ile ulus menfaatini birbirinden ayırmayı öğrenmenin zamanın geldiğini bir kez daha gösterdi. 
*** 
Kendimizi ak kedi, Kusturica’yı da kara kedi ilan ettik. Kusturica’nın ‘Ak Kedi, Kara Kedi’ filmindeki şu sahneyi bir an için unuttuk: Bütün film boyunca bir domuz, parça parça Trabant otomobili yiyor. 
Kusturica’nın dediği gibi, “Siz ne kadar insan kalıp eski suçlara karşı tavır alsanız da suçun, politik vizyonuna uyamıyorsunuz.” Ancak siz ne kadar filmdeki Trabant gibi kenarda dursanız da suçun politik vizyonu domuz gibi sizi kemirmeye devam eder. En sonunda da politik vizyona yenik düşersiniz. Kusturica’da olduğu gibi…

(Bizim Sakarya Gazetesi / Ekim 2010)
-ARŞİV-

5 Mart 2016 Cumartesi

ADIM OKTAY’SA SOYADIM YILMAZ MI?

S-.. serili ve 0…..5 numaralı, Hüdayi Ünnü imzalı kafa kağıdımda soyadı Yılmaz, adı Oktay diye yazar. Ben de kendimi böyle bilirimim zaten. 
Konu benim adım değil aslında. Adımın mücadelesini yıllarca verdim, bu bahsi de bir kez daha açmak istemem… 
Konu şu ki, bilincimin açık olduğu dönemden bu yana yakinen 4 şehir tanıdım; Adapazarı, Bolu, Göteborg ve Sofya. 


*** 
Bir şehirde ‘isim’ travmasının bu kadar yoğun olduğu başka bir yere rastlamadım. Olduğunu da sanmıyorum… 
Şu elimde tuttuğum ve yukarıda bahsettiğim kafa kağıdından örnek verelim. Hüdayi Ünnü Beyefendinin imzaladığı Türkiye Cumhuriyeti Nüfus Cüzdanında, isim altında Merkez İlçe Nüfus Müdürü ibaresi var. Merkez ilçe neresi? 
Aynı kafa kağıdının biraz üst kısmına bakıyorum. Kayıtlı Olduğu, diye bir bölüm mevcut. Orada da İl: Sakarya, İlçe: Merkez diye yazıyor. 
Düşünüyorum… Ama bulamıyorum. Ben hiç ‘Merkez’ diye bir yerde yaşamadım ki. Benim yaşadığım şehir Adapazarı. Babalar gibi ‘Adapazarı’ adını taşıyan şehir. Merkez nire ki???? 
*** 
Bu ‘merkez’ karmaşasıyla uzun bir süre yaşadık aslında. Koskoca Adapazarı şehrinin belediyesi yıllarca Merkez Belediye tabelası taşıdı. Şimdilerde durum değişti gerçeği ama şu anda da Sakarya isminin Adapazarı üzerinde büyük bir hegemonyası var. Ve bu hegemonya aslında var olmayan bir şehrin, köklü Adapazarı’nı yutmasına doğru yol alıyor. Bu ciddi şehir asimilasyonu bir an önce durdurulmalı. 
Bu hususta Adapazarı’nın mahalleleri olan Serdivan ve Erenler’in de ilçe olarak ilan edilmesi büyük bir talihsizlik oldu. Dikkatinizi çekiyor mu… Yönetim olarak özerkliğini kazanan Serdivan ve Erenler ilçelerinin yerel yöneticileri merkezi yönetime kafa tutar gibi söylemlerde bulunuyorlar. Gerek Serdivanlı yerel yöneticiler olsun, gerek ise Erenler’deki yerel yöneticiler olsun söylemlerinde Serdivan ve Erenler’e aidiyet vurgusu yapıyor. Sanki Serdivan ile Erenler ayrı şehirlermiş, orada yaşayan insanlar Adapazarılı değilmiş gibi. 
*** 
İş öyle bir karma karışık noktaya geldi ki, Sakarya nerde başlar nerde biter? Adapazarı neresi? Serdivan ve Erenler kim? Yeni yerleşim bölgesi kimin?... Bütün bunlar tam bir isim travmasında. Bizim için travmatik bir durum yok tabii, ama bir de yabancıya bunu anlatın bakalım. Ben anlatamadım. 
*** 
Önceki akşam, Sakarya Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nün davetlisi olarak ilimiz Sakarya, şehrimiz Adapazarı’nda bulunan Avrupalı gençlerle tanışma fırsatı bulduk. Romanyalı, Bulgaristanlı ve Lituanyalı gençlerle eğlenceli bir sohbetin yolunu açtık. Ancak sohbetimiz Sakarya – Adapazarı farkını anlatmaya koyulduğumuz noktada tıkandı kaldı. Gençlere Sakarya ile Adapazarı arasındaki farkı anlatabilmek 35 dakika sürdü. Tam bu konuyu halletmiştik ki, Bulgaristan’dan Nikolay ‘Serdivan ayrı şehir mi?’ diye sordu. Haydii dön bir de onu anlat. Şunu fark ettim ki, biz yabancılara bu isim travmasını anlatamıyoruz. Çünkü kendimiz de hala bu konuda net değiliz. Geçenlerde de yazdım. Dışarı çıktığımız zaman ‘memleket neresi’ sorusuna ne cevap vereceğimizi karıştırıyoruz. Sakaryalı mıyım, Adapazarılı mıyım… 
*** 
Şehirdeki isim travmalarına en ciddi örnek ise birçok yerin isminin sabit olmaması. Depremden sonra oluşan konut alanına Yenikent diyoruz, Yeni Yerleşim Bölgesi diyoruz, Karaman diyoruz, Camili diyoruz. Ortada buluştuğumuz bir isim yok henüz. 
Aziz Duran Bulvarı vardı. Yeni yapılmıştı. Orasının adı değişti. Unutulmaz belediye başkanın adı o bulvarda kalsaydı, her gün bulvarı kullanan binlerce Adapazarılı saygı ve sevgileriyle Başkanı ansalardı, kötü mü olurdu? 
Devlet Hastanesi vardı, benim bildiğim. Şimdi orası Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesiymiş. Sağına bakıyorum aynı, soluna bakıyorum aynı. Gayet de benim bildiğim Devlet Hastanesi, niye adını değiştiriyorsun? 
Vatandaş İzmit Caddesi diyor. Haritalara bakıyorum, Adapazarı’nda öyle bir cadde yok. 
Palmiye Caddesi diye ortalık çalkalanıyor. Cadde üzerinde açılan yeni iş yerlerine ‘palmiye’ adı veriliyor. Caddenin ismi palmiye değil. 
Yıllardır yaşadığım sokağın adı değiştirildi. Sokağa hala ezberleyemediğim bir numara verildi. 
Ve saire… ve saire… ve saire… 
Örnekler o kadar fazla ki. Say say bitmiyor. Hep isim değiştirmekle uğraşıyoruz. Tam bir isim travması yaşıyoruz. 
Bu travmadan kendi adıma küçük bir pay çıkartayım. Adım Oktay, soyadım Yılmaz diye yazar nüfus cüzdanımda. Aslında durum öyle değil. 
Osmanlı dönemine dayanan kayıtlarda adım Oktay, Abdurrahim oğlu Abdullah da soyumun adı.
(Bizim Sakarya Gazetesi / ARŞİV)

4 Mart 2016 Cuma

KPS S’EN DE!…

Nasıl olduğunu aslında ben de anlamadım…

Nihayetinde elimde bir A-4 çıktısıyla üzerimde saat, telefon ve cüzdan (nolmaz nolmaz diye kağıt bir 10 TL pantolonun cebinde) olmadan Cumartesi sabahı İmam Hatip Lisesi’nin kapısına dayandım.
Hava sıcak… Sınavın adı KPSS, demek Kamu Personeli Seçme Sınavı. Halkın anlayacağı şekliyle memur olmanın ilk adımı… İşi de ciddiye almışım hani sabah tıraş oldum, nolmaz nolmaz diye. Şortumu çıkardım, kumaş pantolon giydim, jilet gibiyim. Belki sevgili devletim daha sınav girişinde seçiyordur memurunu… Sonuçta Kamu Personeli Seçme Sınavı… Seçen birileri var demek ki…
Her şey tamam da sınavı kimse bana anlatmadı. Demem o ki, kimse beni bu sınav çok ‘kazık’ diye uyarmadı.
                                               ***
Başta da dediğim gibi, aslında nasıl oldu ben de anlamadım. İşin özü benimkisi düpedüz mahalle baskısı… Diyeceksiniz ne alaka… Şöyle ki, kampüste, kışlada, cafede, sokakta kimi görsem bi’ KPSS telaşı, bi’ KPSS koşturması. Eee sonuçta biz de Türk Milli Eğitim sisteminde şekillenmiş, sınavlara yılar yılı at yarışı gibi hazırlandığımız için bende de bu sınav şartlı refleks yaptı. Herkes giriyor, ben de gidip boşluk dolduracağım, dedim kendi kendime. Sonuçta bir tarafım mı eksilecek!
                                               ***
Eksildi… Bir tarafım değil, birçok eksiğim oluştu. Kendime güvenim sarsıldı. Ben mahallelinin ‘senin genel kültürün iyi, baban da tarih öğretmeni oradan da birkaç soru çözersin…’ öğütleriyle girdim. Meğersem benim genel kültürüm ÖSYM’ye göre yerlerde sürünüyormuş. Özgüvenimi kaybettim.
ÖSYM, genel kültür diye NATO’nun liderler zirvesi toplantısının nerde olduğunu sordu. Nerden bilim ben… NATO’nun kuruluşu, kuruluş amacı, NATO’nun karşısındaki ‘Sovyet’ paktı birer genel kültürdür sorusu olabilir pekala ama o toplantı nerde yapıldı, bu toplantı nerede yapıldı genel kültür müdür?
Eğer bu genel kültürse, ben çok merak ediyorum bugün Türkiye’de 657’ye tabi milyonlarca memurdan kaçı NATO’nun liderler zirvesini takip ediyor.
                                               ***
Bu aktarmaya çalıştıklarım işin sadece final kısmı.
Bir de ‘KPSS’ye hazırlanıyorum’ safhası yaşadık yaklaşık 5 ay. İşi ciddiye almadım tabi ilk başta. Sınava girer, boşluk doldurur çıkarım diye düşündüm. Ama sonra elime tuğla kalınlığında bir hazırlık kitabı tutuşturdular. Bir soru, iki soru baktım olacak gibi değil. Yeniden oturup üniversite okumak gerek resmen. Gündüz işlerimizi hallettikten sonra sabahlara kadar test çözer olduk; üniversite yıllarına döndük resmen. Sevgiliyi, aileyi, kendimi ihmal ettim. O kadar soru çözmekle uğraşacağıma oturup Tolstoy’un 2 tane romanını okusaydım memlekete daha faydalı olurdum. Harcadığım zamana yazık!
                                               ***
Hadi devlet beni ‘pas’ geçsin. Pas tutmuş bu beden zaten her sabah traş olacak, kravat takacak contayı yakmış. Ama dağ gibi yiğitlere, gencecik çocuklara yazık…
Ben bu sınavın sadece tek oturumunu gördüm. Bundan 2 gün içinde 4 tane sınava giren var. Yazık…
Üniversite bitirmiş gençlere bu eziyeti çektirmek ayıp. Sen ona üniversitede NATO’nun ne olduğunu öğret, aman bırak NATO liderler zirvesi de eksik kalsın.
(Eğitim fakültesini bitirip de KPSS’den dolayı intihar noktasına gelen, atanamayan öğretmenlerin bahsini hiç açmayacağım zaten…)
                                               ***
Dedim ya, nasıl olduğunu aslında ben de anlamadım! Ben bir taraftan bütün bunları düşünüyor, bir yandan da soruların arasında boğuşurken deprem bile olmuş. Fark edemedik, ama fark edenler oldu. Sınavı terk edip dışarı çıkanlar oldu. Cumartesi birinci oturumu bitirdikten sonra öğleden sonra deprem haberleriyle ikinci oturuma girenler oldu. Öyle psikolojide sağlıklı sınav mı yapılır? Bu gençlerin durumu ne olacak?
(Çalındığı iddia edilen sorulara hiç değinmiyorum. Onlar artık memleketimin tuzu-biberi oldu.)
                                               ***
Dün Adapostası gazetesi, deprem ve çalınan sorularla ilgili gelişmeleri duyurarak KPSS Cumartesi oturumunun iptal çağrısı yaptı.
Yetmez. KPSS tamamen iptal edilsin… 
(09.07.2012 / Bizim Sakarya Gazetesi)
- ARŞİV -

3 Mart 2016 Perşembe

9 MAYIS’TAN 9 KASIM’LARA

Kötü çocuk oluyorum bugün. Biliyorum, 9 Mayıs Anneler Günü. Çarşaf çarşaf ilanlar canım annem, cicim annem… Ben kötü çocuk olup annemin anneler gününü kutlamıyorum. Böyle günlerden de nefret ediyorum ayrıca. Olanları değil, hep olmayanları düşürüm çünkü. Annesi olana anneler günü güzel de olmayan, annesini kaybetmiş olana eziyetten başka bir şey midir? 

*** 


Vesselam… Yazıyı klavyeye vurmak için oturduğumdan beri 9 Mayıs tarihi kafamda dolanıp duruyor. Hep tanıdık diyorum bi’ yerden, bir türlü çıkartamıyorum. Sola dönüyorum annem, sağ dönüyorum ananem. Sonra ‘dank’ etti…  Rusça bir söz aklıma geldi bir anda: ‘9 Maya den pobedi.’ 9 Mayıs 1945 Zafer Günü. 9 Mayıs 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Nazi Almanya’sının kayıtsız şartsız teslimiyetini imzaladığı Sovyet Rusya tarafından ilan edilen kutlama günü. Bu konuda komünizm sonrası birçok tartışma doğdu. Sonuç itibariyle o tarih, Kızıl birliklerin Berlin’de uzun süre kalmalarına neden oldu. 2. Dünya Savaşı’nın acıları ve kaosu sona ererken on yıllar sürecek, adına soğuk savaş denilen yeni bir kaosun temeli atılıyordu.  Aynı zamanda 9 Mayıs Avrupa Günü olarak kutlanıyor. 9 Mayıs 1950, birleşik Avrupa fikrinin ortaya atıldığı gündür. 


***  9 Kasım 1989’da son bulacak olan Berlin Duvarı için ilk adım belki de 9 Mayıs 1945 yılında atıldı. 

Şimdi bu nereden çıktı, denilecek.

Avrupa’daki son gelişmeleri takip ettikçe aklıma hep Berlin Duvarı’nın yıkıldığı gece gelir. Duvarın yıkılışı batı için güçlü bir imgeydi. Bir zaferin kutlamasıydı. Ancak dünya tek kutuplu bir sistemde yaşamaya itilirken ne kadar mutlu olabildi. Karşısında bir güç bulunmayan ABD, soğuk savaş sonrası dünyaya nasıl bir katkıda bulundu? Ve şu anda büyük bir bocalama içerisinde olan Avrupa Birliği, kendi evlatlarını ateşten kurtarmak konusunda bile isteksiz davranabiliyor. Oysaki düne kadar krizin temelini oluşturan ekonomik birleşme (euro) konusunda tüm üyelere baskı yapıyordu. İsveç Dışişleri Bakanı bu sebepten dolayı hayatından oldu iddiaları hala yalanlanamıyor. 
Avrupa’daki Euro krizi durdurulamazsa sonuçları bütün dünya için çok ağır olacak. Batıdan bunun hesabını soracak hiç kimse de yok… 
*** 
Biraz, Duvar’ın yıkılışına değinmek istiyorum. Berlin Duvarı yıkılalı 20 yıl oldu. Kendi adıma konuşmam gerekirse şansız bir nesiliz. Bir duvarın yıkılışını sevinç çığlılıklarıyla karşılarken, panel panel Filistin’de inşa edilen ‘duvara’ tanık olduk. Her gün etrafımızda görülmez duvarlar örüldü. Sosyal ve ekonomik katmanları olan duvarları yıkmak da Berlin Duvarı’nı yıkan balyozlarla mümkün değil. Ece Temelkuran, bir yazısında bunu çok güzel ifade etmişti: “İnsanlar, artık zenginler ve yoksullar olarak ikiye ayrılmıyor. İnsanlık, zenginlik ve yoksulluk olarak ikiye ayrılıyor.” 


*** 
Berlin Duvarı yıkılırken batı elbetteki bir zafer kazanıyordu ama bu ekonomik bir zafer değildi. Batı fotoğrafı yanlış okudu. 9 Kasım günü Berlin Duvarı yıkılınca aslında enkazın altında Batı ve ABD kalıverdi! Doğu bloğunda yaşayan insanların batıya akını biraz daha özgürlük; inanç ve ifade serbestliği içindi. 
Avrupa’yı ikiye bölen davarın yıkılmasından sonra iyiden iyiye birleşme hevesine soyunan AB’nin de uzun vadede buna hazır olmadığı ortaya çıktı. ‘Sosyal birleşmeyi tamamlayamadık, ekonomik olarak birleşelim’ düşüncesiyle ortaya çıkan Euro Bölgesi aşısı da tutmadı. 


*** 
Amin Maalouf’un ‘Çivisi Çıkmış Dünya’ kitabındaki şu sözler çok önemli: “Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla dünyada bir umut rüzgarı esmişti. Batı ile Sovyetler Birliği arasındaki gerginliğin sona ermesi, yaklaşık kırk yıldır insanlığı tehdit eden bir nükleer felaket tehlikesini ortadan kaldırmıştı; inanıyorduk ki, bundan böyle demokrasi yavaş yavaş yaygınlaşacak, en sonunda da bütün dünyaya yayılacak; yerkürenin çeşitli ülkeleri arasındaki duvarlar kalkacak ve insanların, malların, imgelerin ve düşüncelerin dolaşımı engellerle karşılaşmaksızın gelişebilecek, böyle bir gelişme ve refah çağı başlayacaktı. Bu cephelerin her birinde, başlangıçta, birtakım dikkate değer ilerlemeler kaydedildi. Ama ne kadar ileriye gidersek, pusulayı da o kadar şaşırıyorduk.” 


*** 
9 Mayıs 2010 tarihinde gerçekten pusulasını şaşırmış bir batı ve Avrupa Birliği var. Dün, Yeni Şafak’ta Başmüzakereci Egemen Bağış’ın ‘AB fikrini millete yayacağız’ sözlerini okuduk. Bence, Avrupa Birliği Euro ateşiyle yanarken şimdi AB fikrini millete yaymak değil, Türkiye için AB ne kadar önemli, düşüncesini iyice tartışmaya açmanın tam zamanı.
 
(9 Mayıs 2010 / Bizim Sakarya Gazetesi) 
-ARŞİV-

TÜRKİYE’NİN İNOVASYON VE DİJİTALLEŞMEYE İHTİYACI VAR

Çiçekçilik sektöründe dünya devi olarak kabul edilen Royal FloraHolland, Hollanda’nın kraliyet markasıdır. Uluslararası pazarlara açılmayı ...