29 Eylül 2015 Salı

GÖZÜME TAKILANLAR

Geçen hafta küçük bir Trakya gezintisi yapma fırsatım oldu.
İlk kez bulunduğum şehirleri gezerken Adapazarı ile oraları kıyaslamak artık bende bir alışkanlık haline geldi. Çoğu zaman istem dışı zihnimde bu karşılaştırma işlemi gerçekleşiyor.
İnsanın yaşadığı şehrin artılarını ve eksilerini daha iyi algılayabilmesi için bazen çemberin dışına çıkarak oradan bakması faydalı oluyor.
İçerdeyken Adapazarı’nın eksileri sürekli gözüme çarparken, dışarıda ise artıları görebiliyorum.
***
AYNI SAÇMALIK!
Gümülcine sokakları
Adapazarı merkezde kaldırımlarda görme engelli vatandaşlara yönelik yapılan kabartmalı kaldırım taşları uygulaması ilk gününden bu yana dikkatimi çekiyor. Düşüncenin çok yerinde ama uygulamanın biraz saçma olduğunu her zaman düşünmüşümdür. Yer yer zikzaklar çizen kabartma taşların, bazen bir duvara sıfır bazen bir ağacı dolanan yolun görme engelli bir vatandaşa nasıl bir fayda sağlayabildiğini hep düşünmüşümdür. Zaman zaman kendim bile bu yolları takip ederek empati kurmaya çalışırım. Açık söylemek gerekirse kabartmalı kaldırımları takip ederek şehir içinde bir noktadan bir noktaya ulaşmak oldukça güç.
Bizimkilerin sırf göstermelik olsun diye yaptığı bir iş işte diye düşünürken, aynı saçmalıkla Yunanistan’da karşılaşmak yüzüme tokat gibi çarptı.
Gümülcine’nin merkezinde dolaşırken parkın yanındaki antika dükkanı önünden geçen kabartmalı yol gözüme takıldı. Dükkanın tam dibinden geçen daha sonra da duvar ile elektrik direği arasından süzülen ve ileriye doğru keskin bir viraj yapan kabartmalı kaldırım yolunu görünce kendimden utandım. Kendi kendime Adapazarı Belediyesi ve Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nden özür diledim. Bu iş Avrupa Birliği üyesi bir ülkede bile böyle yapılıyorsa bizim belediyelere laf söylememek lazım, sustum!
***
SİVRİSİNEK MESELESİ
Dönüş yolunda Bulgaristan’ın Filibe şehrine uğradım. Meriç’in orta yerinden yardığı şehri dolaşırken parklarını gezmemek olmazdı. Şehir parkını çok beğenmemin yanı sıra sivrisinek istilasına uğrayınca durum değişiklik gösterdi. Filibe Belediyesi’ni ayıpladım!
Meriç kıyısı
Meriç Nehrinde yeterince temizlik ve şehirde ilaçlama yapılmadığı için Filibe’de ciddi bir sivrisinek sorunu yaşandığını görüce bizim belediyeleri taktir ettim doğrusu.
Sakarya Nehri ve Çark Deresi yeterince temizlenmese, şehir iyi ilaçlanmasa ciddi bir sivrisinek sorunu yaşayabiliriz.
Bazen sorunlar göze çarpmadığı zaman unutuluyor. Ben sivrisinek saldırısına uğrayınca Adapazarı’nda durumun ne kadar iyi olduğunu fark ettim.
Sivrisinek konusunda hem Adapazarı Belediyesi hem de Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkür etmek lazım.
***
ÇÖP SORUNU
Bu iki küçük notuma Türkiye’den bir ekleme yapayım.
Geçen yıl eğitim meselesi için uzun bir süre Eskişehir’de kalma durumum oldu.
Eskişehir, belediyecilik konusunda Türkiye’de önemli bir noktada bulunan bir şehir. Ama çöp politikası beni tatmin etmedi.
Eskişehir Tepebaşı bölgesinde kaldığım dönem süresince belediyece çöp poşeti uygulaması yapılıyor ve çöpler belli saatlerde toplanıyordu. Ancak bu uygulama kesinlikle sağlıkla bir sonuç vermiyordu. Çöpler sokakta birikiyor, bütün gün bekliyor. Çöp yığınlarını sokak hayvanları eşeliyor, sinekler birikiyor, koku yapıyor.
O manzarayı görünce de Adapazarı’nda çöp sorununun hayatımızdan çıkmış bir mesele olduğunu fark ettim.
Çöp toplama konusunda Adapazarı Belediyesi’nin son derece başarılı olduğunu söylemek lazım. Kendi adıma tebrik ediyorum. 
(09.08.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

22 Eylül 2015 Salı

TEMSİLİ DEMOKRASİDEN E-DEMOKRASİYE

Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim kampanyasında ‘Cumhurbaşkanlığı’ için söylemişti.
‘Artık bu gömlek bu gövdeye çok dar geliyor.’
Bizdeki ağır aksak ve topal temsili demokrasi için ben de aynı şeyi düşünüyorum.
Artık bu gömlek bu gövdeye çok dar geliyor.
Siyasileri ve siyaset sayesinde ‘iş’ götüren çevreleri bilmem ama sokaktaki sade vatandaş siyasetten bıkmış ve siyasi kurumlara hiçbir güveni kalmamış durumda.
Son günlerin popüler söylemiyle anlatmaya çalışalım; 90’lara dönüldü. Aynı o dönemde siyasete ve politikacılara karşı olan güvensizlik şu anda da mevcut. Vatandaş şunu anlamış oldu ki, bu siyaset politikacıların keyfi yerindeyse düzgün yapılıyor.
Ne demek istiyorum?
AK Parti tek başına iktidar olduğu zaman ortalık süt liman (veya öyle gösterilir). Tek başına iktidar kaybedildiğinde yakın medyada pompalanan ‘koalisyon olursa kabus olur’ tablosunu koalisyon kurulmadan yaşama geçti.
Erken seçim hazırlığı için değer mi?
Çok ağır bir itham olduğunu düşünenler haklı olabilir. Ben de şüpheyle yaklaşıyorum, ama 7 Haziran öncesi iktidara yakın medyanın ‘biz olmazsak, görürsünüz’ minvalindeki haberlere sadece 3 hafta sonra canlı şahit olmak insanı ürpertiyor.
***
Bütün bu siyasetin, politik oyunların hepsinin ise sadece ve sadece mecliste biraz daha fazla sandalye kapmak için yapıldığını düşünmek huzur kaçırıcı.
Meclisiniz batsın, diyesi geliyor insanın!
Bunu demokrasiye karşı olduğum için söylemiyorum tabi. Aksine artık temsili demokrasiden, ‘doğrudan’ demokrasiye geçilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Zaten meclisteki milletvekillerinin beni temsil ettiklerini düşünmek de zor bir durum. Beni neyle temsil ediyor olabilirler acaba o milletvekilleri… Her ay ATM’den çektikleri 15.000 TL ile mi? Beni temsil eden milletvekilinin daha rahat çalışması için danışmana ödenen 5.000 TL ile mi? Veya genel başkan nasıl oy kullanacağını söylediği için genel kurulda sadece parmak kaldırıp veya parmak kaldırmayarak mı?
Sahi 550 milletvekili ne iş yapar?

Bakanlar Kurulunu anlıyorum. Komisyonların bir anlamı var…
Ama bu mecliste oturan ve sadece oy kullanan milletvekillerine bir anlam veremiyorum.
Evet, meclis kurulduğu dönemde bölgeleri temsil etmek için belli sayıda vekil vatandaşın temsilcisi olarak Ankara’ya gönderildi. O dönem ulaşım yok, teknolojik imkan yok. Ondan dolayı temsilciye zaruri ihtiyaç vardı.
Ama şimdi ihtiyaç var mı, şüpheliyim.
Örnek, mecliste Sapanca’nın kullanımıyla ilgili yasa oylanacak. Beni Sakarya’dan 7 milletvekili temsil edecek. Evet diyecekler yada hayır. Ama Sakarya’nın iradesi sadece 7 kişide olacak. Öyle olmasın! Bizzat ben karar vereyim Sapanca ile ilgili yasanın onaylanıp onaylanmayacağına…
Benim adıma 7 milletvekilinin mecliste oy kullanmasına ne gerek var. Benim adıma 15.000 TL para almasına ne gerek var.
***
Artık herkes teknolojiyle, akıllı telefonlarla dünyanın bir ucundan öbür ucuna şak diye bağlanmıyor mu? Yaparsınız bir tane Akıllı Telefon Meclis uygulaması. Sapanca Gölü yasasıyla ilgili kanun her vatandaşın akıllı telefonuna mesaj olarak gelir. Vatandaş okur, kararını verir. Evet veya Hayır olarak oylar, kararını meclise gönderir.
Bu kadar basit!
Neden benim adıma birileri parmak kaldırıp, parmak indirecek! Sonra da 15.000 TL maaş alacak.
Bugünkü teknolojiyle o oyu ben Adapazarı’ndan da gönderirim.
Hem mecliste koltuk sayısı için birbirinizi yemezsiniz. Hem de meclis dışında kalan partilere oy veren vatandaşın sesi de meclise ulaşmış olur. Hem gerçekten millet iradesi doğrudan meclis yasalarına yansımış olur.
Temsili demokrasi yerine doğrudan elektronik demokrasiyi düşünmek gerek. Çünkü artık bu gömlek bu gövdeye çok dar geliyor. 
(07.08.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

21 Eylül 2015 Pazartesi

ÖKÜZ DEPREŞİNCE ZELZELE OLUR!

‘Zelzele’ oldu derdi büyük ninem. Hatırlarım, çok çocuk olduğum zamanlarda yer sallansa zelzele derlerdi. Ne oldu, diye sorunca büyük ninem başlardı masal anlatır gibi; ‘Öküz kafasını salladı oğlum biz de sallandık, zelzele oldu…’
Küçücük kafamla gözümün önünde canlandırırdım devasa bir öküz, boynuzları üzerinde dünyayı taşıyor sonra bir sinek geliyor konuyor burnuna o da rahatsız oluyor başlıyor başını sağ sola sallamaya. Zelzele oluyor!
***
Yıllar sonra öğrendim büyük ninemin bilerek veya bilmeyerek bana aslında eski bir Türk mitolojisini anlattığını… 

“Eski Türk mitolojisine göre, Türkler yeryüzünü bir dikdörtgen biçiminde tasavvur etmişlerdi. Yeryüzü dört yöne bölünmüştü. Altaylı Türkler, ‘dünyanın önce daire, sonra kare şeklinde’ olduğuna inanırlar. Altayların kuzeyindeki Teleüt Türklerine göre, dünya, dört gök öküzün üzerinde duruyordu: Dört gök öküz, tabağa benzeyen dünyayı, altına girerek değil; kenarlarına koşulmuş olarak tutuyorlardı. Öküzlerin kıpırdamalarından, deprem oluyordu.” (Çoruhlu; 2002)
***
Sonra biraz daha büyüdüm… Bu kez nerede bir deprem olsa Hacı Dedem girerdi araya “Allah insanlara ceza veriyor. Allahın işine sual olunmaz. Bizi koru yarabbi!”
Aslında onun yaklaşımının da eski Yunan mitolojisine çok benzediğini daha sonra anladım.
“Yunan Mitolojisinde, Poseidon depremlerin sebebi ve tanrısı olarak görülüyordu. Ne zaman kötü hissetse 3 dişli çatalını yere saplar, deprem ve benzeri felaketlere yol açardı. Bunların dışında o depremi insanları korkutmak ve onlardan öç almak için de kullanmıştır.” (Poseidos / Paige Sellers)
***
Yıllar sonra da depremin nasıl acı bir tecrübe olduğunu bizzat yaşadım. O zamanlarda da zelzeleye karşı çevremdeki yaklaşımlar farklı değildi.
“Evler işaretlenmiş gibi yıkıldı… 7,4 yetmedi mi?... Gölcük’te rakı içtiler de böyle oldu…”
Geçenlerde de bizim gazetenin facebook sayfasında yer alan bir plaj haberinin altında yapılan yorumları görünce, deprem konusunda hala ‘büyük ninemin kafasında’ olanlar olduğunu üzülerek görmek insanı şaşırtıyor.
***
Yüzyıllar geçiyor, teknoloji ilerliyor ama depremle ilgili bilimsel yaklaşımlarda bulunanı bulmak zor.
Dün de Bizim Sakarya Gazetesi’ne konuşan Erenler Belediye Başkanı Cavit Öztürk, bölgede yapımı devam eden yüksek katlı binalar için ‘O binalar 10 şiddetinde depreme uygun’ açıklamasını yapmış.
Allah hepimizi o şiddette bir depremden korusun! Bugüne kadar Türkiye topraklarında rastlanmamış bir deprem şiddeti 10. Başkanın açıklaması çok çok iddialı! Mühendislik eğitimi almış birisi için ilk başta bilimsel gibi görünse de aslında ne derece bilimselin dışında farazi bir laf olduğu ortada.
Bu kadar büyük bir iddiada bulunduğunuz zaman yapılan o binalarda en küçük bir fayans dökülüp kırılsa ne cevap vereceksiniz?
Jeofiziksel gerçekleri unutup, her fırsatta yüksek katlı bina yapma hevesinde olmak niye?
Sonra, Erenler Belediyesi’ne yöneltilen asıl soru bu binalar 10 şiddetinde depreme dayanıklı mı değil mi değildir. Asıl soru şu; deprem riski var ise kamunun yaptığı binalar yüksek olabiliyor da vatandaşın binaları neden yüksek katlı olamıyor?
Risk herkes için eşittir.
Sıra kamuya geldiğinde öküz başını sallar.
Sıra vatandaşa geldiğinde öküzün altında buzağı aranır. 
(05.08.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

17 Eylül 2015 Perşembe

BİR PORSİYON AKP KAFASI İSTİYORUM!

Her Türk gencinin başına gelir! Benim de lise çağlarım hararetli siyasi tartışmalarla geçti. Çocukluk denilecek yaşlarda başladım televizyonda haber ve tartışma programlarını izlemeye.
Bundan sebep de gazeteci oldum. Siyaset tartışmayı, siyaset konuşmayı çok sevdiğim için. Bir gün siyasetten bana ‘gına’ geleceğini hiç düşünmemiştim o zamanlar. Şimdilerde açıkçası gazeteci olduğum için pişmanım. İş gereği siyasetten kopamadığım, haberlerden uzaklaşamadığım için…
Hiç abartısız söylüyorum, tam 2 yıldır haberleri izlemek, tartışma programlarını dinlemek, siyasi demeçleri okumak bana zül gelmeye başladı.
Neden bu hale geldiğimi uzun uzun çok düşündüm. Siyasetten de az buçuk anladığımı düşünüyorum. Sanırım sürekli aynı konuların tartışılmasından ve özellikle de siyasetin ‘fikir’ mecrasından çıkarak ‘taraf tutmak’ boyutuna ulaşması beni son derece soğuttu. Siyasette aynı isimleri görmekten, aynı açıklamaları duymaktan sıkıldım. Tartışma programlarında aynı isimleri dinlemekten bunaldım.
***
Bir de iktidar ne yapsa onaylayan, hiç sorgulamadan büyük destek veren AKP seçmenini algılamakta zorlanıyorum.
Benim bildiğim siyaset böyle yapılmazdı. Her partinin bağlayıcı bir kitlesi vardır elbette, ama liderin illaki bazı yönleri eleştirilir muhalif bir kanat vardır. Oysaki son 10 yıldır bükülmeyen bir bağlılık sergileyen AKP seçmen kitlesi beni ‘siyasetten’ soğuttu.
Algılamakta gerçekten zorlanıyorum.
AKP iktidarı her pozisyon değişikliğine nasıl destek bulabiliyor bunu anlamakta güçlük çekiyorum.
***
Kürt Sorunu silahla çözülmez, barışı ben yapacağım diyor.
Alkış…
Silahlar bırakılana kadar operasyonlara devam diyor.
Alkış…
Her türlü milliyetçilik ayaklar altına alınıyor.
Alkış…
Tek millet, tek devlet, tek bayrak milliyetçiliği yapılıyor.
Alkış…
Fethullah Gülen, vatanına dönsün bu hasret bitsin.
Alkış…
Fethullah Gülen, vatan haini.
Alkış…
Yolsuzluk yapan babamın oğlu olsa acımam.
Alkış…
Bu yolsuzluk soruşturması değil, iktidara darbe.
Alkış…
Türk ordusunun genelkurmay başkanı hapiste.
Alkış…
Genelkurmay Silivri’den çıkartılıyor, bu bir hataydı.
Alkış…
Ankara parsel parsel satıldı. Hepsini açıklayacağım.
Alkış…
Ankara’nın parsel parsel satılması konusunu kapattım, konuşmam.
Alkış…
Avrupa Birliği en önemli hedef oluyor.
Alkış…
Avrupa Birliği baksın işine!
Alkış…
Dengir Mir Fırat, AKP kurucusu.
Alkış…
HDP’li Dengir Mir Fırat terörist.
Alkış…
Bağımsız milletvekilleriyle HDP mecliste demokrasi için en büyük adım.
Alkış…
80 milletvekiliyle HDP mecliste, terör destekçisi.
Alkış…
Kobani’ye Türkiye üzerinden YPG-PKK koridoru açılacak.
Alkış…
YPG güçlerine bomba yağdırılacak.
Alkış…
Para ödeyemeyenin de sigortası olacak.
Alkış…
Milyonlarca insana haberi olmadan Genel Sağlık Sigortasından borç çıkarıldı.
Alkış…
…..
***
Örnekleri çoğaltmak mümkün… AKP faaliyetlerinin AKP tabanında bugüne kadar ciddi şekilde tartışılıp eleştirildiğini görmedim. Her şey mi doğru olur, her şey mi tartışmadan desteklenir.
Bu nasıl bir ilizyondur, bu nasıl bir kafadır.
Ne yer, ne içer bu AKP kitlesi. Bir porsiyon da ben istiyorum!
Belki o zaman Euro 3,05 olmuşken Türk Lirası yerlerde sürünürken Türkiye ekonomisinin çok güçlü olduğunu görürüm.
Belki o zaman ne Ukrayna’da, ne Suriye’de, ne Mısır’da hatırı sayılır politika üretemeyerek de Türkiye’nin bölgesel güç olduğunu görürüm.
Bir porsiyon AKP kafası istiyorum! 
(02.08.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

15 Eylül 2015 Salı

AGORA’NIN ÖNÜNE SANGARİOS HEYKELİ

Bu köşeyi yakından takip edenler bilir. Sakarya ismine itirazım var. İtirazım asla ve asla Sakarya ismine yönelik değildir, olamaz! İtirazım Sakarya isminin Adapazarı adının önüne geçmiş olması, gereğinden fazla -dominant- bir yapıya sahip olmuş olmasıdır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi ve açılış mitinglerinde –eyyyyy Sakarya, bu dava sana mı düştü- diye her haykırmasıyla birlikte bu Sakarya imgesi şehirde yükseldikçe yükseldi.
Sebebini anlamak zor!
Necip Fazıl Kısakürek’in şahane dizelerine kim ne söyleyebilir. Ancak üstadın 1949 yılında kaleme aldığı Sakarya Türküsü’nü 1954 yılında Sakarya ismine kavuşan Adapazarı için yazılmış gibi yaşamak tuhaf bir durum.
Kısakürek’in trenle bir Ankara dönüşü, bozkırlar arasından yol boyunca kıvrıla kıvrıla akışını seyrettiği Sakarya nehrinin verdiği ilhamla yazmış olduğu şiirde, anlatılanın ne olduğunu bu memlekette birazcık şiirle ilgilenen herkesin malumu.
Malum, ama bütün bir şehri Kısakürek’in müridiymiş gibi yansıtmak biraz saçma olmuyor mu?
***
Bu şehirde Muhafazakar Demokrat kesimin sırf Kısakürek ‘Sakarya Türküsü’nü yazdı diye Sakarya ismine aşık olmasını da anlamakta hep zorlanmışımdır.
Bilge Umar’ın ‘Türkiye’deki Tarihsel Adlar’ isimli kitabında ‘Sakarya’ isminin tarihsel kökeni ilginç detaylarıyla aktarılıyor.
“SANGARİOS: Sakarya ırmağının ilkçağdaki adının Hellen’lerce kullanılan biçimi (İliada). Hitit’lerin bu ırmağa verdiği adı bilmiyoruz; ancak, Cornelius’un, Sangarios adı Phryg dilinden gelir demesi yanlıştır. Çünkü Hellen ağzının eklemesi –ios bitişini bir yana koyunca geriye Sangar(a) kalıyor ki bunu S(wa)-Anka-(u)ar, “Kutlu Yüce Anka” ögelerinden türetildiğini görebiliyoruz ve Anka ögesiyle türetilmiş adlara Phryg bölgesi dışında rastlamamız (Sangara) ve üstelik Sangara adı içinde Swa, ura gibi Luwi dili ögelerini tanıyabilmemiz, bize, adı Luwi kökenli olduğunu anlatıyor.”
***
Sırtını tarihe dayayan bir ismin kullanılması beni hiçbir şekilde rahatsız etmez. Aktarmaya çalıştığım bilinsin ki, Kısakürek’ten çok önce de Sakarya adı kullanılıyordu hatta Sangarios olarak…
Kısakürek’ten sonra da kullanıldı uzun bir dönem proje olarak ‘Sangarios’ adı hem de Adapazarı Belediyesi tarafından.
Projeye göre, şu anda Agora AVM olan yerde Sangarios AVM olacaktı. Ama olmadı… Adapazarı Belediyesi’nin büyük(!) projesi hayata geçemedi. Sangarios projesi adına yakışır Sakarya nehri gibi kıvrım kıvrım uzadı gitti, gözden kayboldu bitti!
Ne oldu? Neler yaşandı? Neden böyle oldu…

Bilenler bilmeyenlere anlatsın!
Kısakürek’in dediği gibi, “Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susmak.”
Üstat ne güzel söylemiş, Sakarya halkı ardından dönen dolaplara alın yazısı gibi hep susuyor!
***
Sangarios projesinin yerine Agora AVM’nin yapılmış olması da çok manidar oldu. ‘Agora’ kelimesinin eski Yunancadaki bir anlamı da ‘Belediye Meclisi’…
Adapazarı Belediyesinin Sangarios projesinin üzerine ‘AGORA – Belediye Meclisi’ adının verilmesi güzel bir tesadüf oldu.
Diyorum ki, bir de Agora AVM’nin önüne ‘Sangarios’ heykeli yapılsın. Yapılsın ki, Belediye Meclisi (AGORA)’nin ‘Sangarios’ projesi tümden unutulmasın. Belediye Meclisi (AGORA)’yı ziyaret eden her vatandaş ‘Sangarios’ heykeline bakıp Agora’da ne oyunlar döndüğünü hatırlasın.
Ne demişti üstat;
“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..” 
(24.07.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

10 Eylül 2015 Perşembe

SAKARYA BETON MEYDANI

Bayram sonrasında yerel medyaya Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’nun bir açıklaması yansıdı. Haberden Büyükşehir Belediyesinin yeni yeşil alanlar, parklar ve meydanlar yapmayı planladığını anlıyoruz. Yeni yaşam alanları oluşturulacak, vurgusuyla duyurulan haberde Belediye Başkanın şu sözüne de yer verilmiş;
“Dünyanın farklı ülkelerindeki tüm gelişmiş şehirler park ve meydanlarıyla anılıyor.”
Başkan Toçoğlu’nun bu sözünün altına her türlü imzamı atarım. Bu yaklaşıma kimse de itiraz edemez!
Ancak benim merak ettiğim başka bir konu var.
Parklar ve meydanlar konusunda bu çağdaş görüşü yakalayabilmiş belediye başkanın, kendi şehrindeki meydan konusunda ne düşünüyor?
Sakarya Kent Meydanı’ndan bahsediyorum.
Evet doğrudur, bugün artık şehirlerde gelişmişlik parklar ve meydanlarla doğru orantılıdır. Bu kapsamda Adapazarı şehri bir meydana değil, başlı başına bir beton yığınına sahip.
***
Sabık Belediye Başkanı Aziz Duran’ın bu şehre çaktığı kazıklardan birisi olan Sakarya Kent Meydanı, şehrin tam göbeğinde ‘bir şehirde nasıl bir kent meydanı olmamalı’ sorusunun canlı örneği.
Aziz Duran’ın bu eseri hakkında Başkan Zeki Toçoğlu’nun ne düşündüğünü çok merak ediyorum. Şehirlerin gelişmişliğini meydanların gelişmişliğine bağlayan Başkan Toçoğlu, vatandaşın sosyal yaşamında hiçbir yeri olmayan; güneşli günlerde meydandan geçmeye bile çekindiği bu Kent Meydanı’nın kendi meydan anlayışının neresine koyuyor? Sakarya Kent Meydanı’na revizyon yapılması gerektiğini düşünüyor mu acaba?

***
SAKARYA KENT MEYDANI REVİZE EDİLMELİ
Bugüne kadar siyasi partilerin mitingleri dışında pek bir işe yaramayan Kent Meydanı ivedilikle revize edilmeli.
Aslında bilen bilir, Sakarya Kent Meydanın ilk projesine sadık kalınsaydı bu meydan şu anda olduğu gibi çirkin bir şey olmayacaktı.
***
Gelin filmi biraz geri saralım.
Aziz Duran… o zaman Büyükşehir Belediye Başkanı.
Eyüp Turan… o zaman AK Parti Sakarya il yönetiminde yönetici.
Eyüp Turan… aynı zamanda Sakarya Kent Meydanı’nın müteahhidi.
Ancak Eyüp Turan’ın Sakarya kamuoyuyla o dönem paylaştığı Kent Meydanı projesi başkaydı. Projeyi hatırlayabildiğim kadarıyla şöyle detaylar vardı. Ziraat Bankası binasının bulunduğu cephedeki yaya yolu baştan sona şık bir peyzaj düzenlemesine sahipti. İçerisinde küçük su nehirlerinin, cam köprü geçişlerinin olduğu ve banklarla hem yaya geçişlerine hem de vatandaşların dinlenmesine müsait bir bölüm. Bugün asla kullanılmayan Katlı Pazar Yerinin karşısındaki kapalı alan sivil toplum kuruluşlarının ve dernek ile vakıfların sürekli kullanacakları sergi alanı olarak tasarlanmıştı. Bugün atıl, çöplük içinde ve bazen meyve-sebze kasa deposu olarak kullanılıyor. Meydandaki havuzun daha şık ve daha kullanışlı olması planlanmıştı. Meydanın altındaki otoparkın şehrin tüm otopark sorununu çözeceği söylendi.
Ama sonuç öyle olmadı. Projeyle gerçek uyuşmadı!
Vesselam o dönem Aziz Duran-Eyüp Turan-AK Parti İl Yönetimi konsorsiyumu bu Meydan projesini ‘Şehrin Sembolü’ olacak diye kakaladılar! Ve bütün itirazlara da kulak tıkayarak, şehrin tam orta yerine betonu döktüler.
Yine de bugün gelinen noktada rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki, Sakarya halkı bu konsorsiyumun ağır planlarından en ucuzuyla kurtuldu; Beton Yığını bir Kent Meydanı!
Şimdi bu ucube Kent Meydanı’nı toparlamak da Başkan Toçoğlu’nu düşüyor. Çünkü meydan ve parkalara büyük önem veren Zeki Toçoğlu’nun yönettiği bu şehre bu Kent Meydanı yakışmıyor.
Sakarya Kent Meydanı ciddi bir revizyon çalışmasıyla iyi bir konuma gelebilir. 
(22.07.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

7 Eylül 2015 Pazartesi

SAPAN-ca

Son yazımızda vatandaşların Sapanca’da yönetimsel rahatsızlıklarından ve bundan sebep Kocaeli’ye bağlanma isteklerinden bahsetmiştik.
Devam edelim.
Yenihaber gazetesine konuşan Sapancalı işadamı Mustafa Bilgin, özellikle süs bitkiciliği konusunda yaşadıkları sıkıntıları dile getirmiş. Şunları söylemişti Bilgin; “Burada süs bitkiciliği konusunda büyük bir gelişme var. Ancak Büyükşehir Belediyemiz buradan gelip tek bir fidan almıyor. Ama Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tüm fidanlarını Sapanca’dan alıyor.”
Şahsen tanıma fırsatı yakalamış olduğum Mustafa Bilgin, soyadı gibi son derece bilgili, vizyon sahibi ve dünyayı bilen bir işadamıdır. O yüzden onun söylediği bir sözü öylesine geçiştiremezsiniz. Özellikle süs bitkiciliği alanında bir söz söylüyorsa, bilin ki bir bildiği vardır da konuşuyordur. Çünkü kendisi hem yurt içinde hem de yurt dışında bu işi iyi derecede yapan birisidir.
Bilgin’in bu iddiası ilk başta çok sıradan gibi görünse de aslında Sakarya’daki yönetim anlayışını gösteren ‘vahim’ bir durum. Eğer Büyükşehir Belediyesi ve onunla birlikte diğer ilçe belediyeleri Sakaryalı süs bitkileri üreticilerinden bitki satın almıyorsa. Veya Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Sapanca’ya Sakarya Büyükşehir’den daha çok önem veriyorsa bu gerçekten trajik bir durum demektir.
Sapanca’nın önünde uzun yıllardır süs bitkiciliği alanında Türkiye’nin önemli merkezlerinden birisi olma hedefi var.
Yerel yönetimler olarak bu hedefi yeterince kavrayamamış iseniz hedeften sapan olursunuz.
***
Önceki gün Hasan ağabey yazdı; “D-100 karayolundan Arifiye – Sapanca’ya açılan yeni yoldan girin, Sapanca Gölbaşı, neredeyse tüm Sapanca; Kırkpınar – Kurtköy – Yanık tam bir Süs Bitkiciliği Açık Fuar Alanı gibidir…”
Sapanca’nın süs bitkiciliğindeki önemine vurgu yapan Hasan Kurtiç, Yanık’ta kurulan Sapanca Tanıtım ve Sergileme Fidanlığından da bahsetmeyi ihmal etmemiş. Hala tam kapasiteyle faaliyete geçmemiş olan proje için Kurtiç de “Tam hayata geçtiğinde önemli bir servettir. Geçen hafta yine gezdim; galiba siyasetteki yoğunluk orayı biraz ilgisiz bırakmış. Biraz çabayla canlanır” diyerek gözlemlerini aktarmış.
Hasan ağabeye katılmamak mümkün değil. Çok ağır işleyen bir süreç olduğu aşikar. Hatta şu kadarını söyleyebiliriz ki, bizden sonra bu işe soyunan iller bizi solladı. Örnekse Yalova…
Yalova’da TİGEM arazisine kurulan Yalova Garden tesisi Yanık projesi ile hemen hemen aynı zamanda başladı, tamamlandı ve şu anda dünyada örnek gösterilebilecek bir durumda.
Biz o süre içerisinde ne yaptık peki; Yanık’ta taş ocağı kurmaya çalıştık…
***
Bu muhabbetler dönünce aklımıza arşivden bir röportaj düştü. Yıl 2010. Plant Peyzaj ve Süs Bitkiciliği Dergisi’ne konuşan dönemin Sakarya Süs Bitkisi Yetiştiricileri Birliği Başkanı Abdullah Sezer, Sapanca Yanık’ta 57 firmanın organize şekilde tek bir arazide, sürekli bulunacağı sürekli satış alanı oluşturmayı planlıyoruz, diyor.
Tamı tamına 5 yıl önce dillendirilen proje nihayet hayata geçmeye başladı. Hem geç oldu hem güç oldu ama sonunda oldu. Buna da şükür! Hiç olmayıp Yanık’ın taş ocaklarıyla anılması da vardı…
Aynı mülakatta Sezer’in şu tespitleri Sapanca için vizyon katıcı boyutta; “Sakarya’da 13 bin dekarın üzerinde üretim yapılıyor. Sapanca’yı İtalya’nın Pistoia şehri haline getirmeyi hedefliyoruz.”
Nedir Pistoia? Pistoia İtalya’da Toskana bölgesi içerisinde bulunan bitki üretim merkezidir. Pistoia şehrinde yılda 3 milyon Euro’luk bitki satılıyor.
Sapanca’yı bir Pistoia haline dönüştürme hedefini daha 5 yıl önce dillendirenler oldu.
5 yılda bir Pistoia olmadığımız aşikar ama El Sapanca Arabia’ya doğru ciddi bir gidiş var!
Hedeflerinden sapan bir Sapanca değil, menzile hızla ilerleyen bir Sapanca bütün Sakarya’ya fayda sağlayacaktır hiç kuşkusuz.
Bunu yerel yönetimlerin bir düşünmesi lazım! 
(10.07.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi)

TÜRKİYE’NİN İNOVASYON VE DİJİTALLEŞMEYE İHTİYACI VAR

Çiçekçilik sektöründe dünya devi olarak kabul edilen Royal FloraHolland, Hollanda’nın kraliyet markasıdır. Uluslararası pazarlara açılmayı ...