30 Ocak 2017 Pazartesi

PARLAK OLMAYAN REFERANDUM GEÇMİŞİMİZ

Memleket soğuk hava dalgasıyla birlikte sert bir referandum iklimine doğru sürükleniyor.
Liderler meydanlara inmeden ‘evetçi’ / ‘hayırcı’ atışmalar başladı. facebook / twitter cephesi şimdiden göz oyucu, tükürücü, saldırgan, belden aşağı vurmalı savaş sanatlarına sahne oluyor.
Memleket carttt diye ikiye bölündü resmen!
Yıllardır ilmek ilmek örülmeye çalışılan ‘birlik-beraberlik’ gömleği yırtılıp atıldı adeta bir kalemde. 15 Temmuz / Yenikapı ruhu harap edildi sanki bile bile…
Tartışmalara bakınca; Bir cephe sadece kendini haklı görüyor, öbür kesim diğerini tamamen haksız buluyor. Aynen meclisteki Anayasa görüşmelerinde yaşanan büyük hengamede işin özünün kaçırıldığı gibi korkarım bu kez de işin özü kaçıyor.
Referandum süreci Anayasa değişikliğinin neler getireceğini çok iyi tartışıldığı, çok iyi hesaplanması gereken bir süreç olması gerekiyorken iş slogan boyutuna çekiliyor. En büyük tehlikeye böyle sürükleniyoruz.
***
Referandum süreci iki üç sloganla domine edilirse değişikliği isteyenler bile referandum yasallaştıktan sonra dahi niye oy verdiklerini bilemeyecekler.
Nerden bu kadar emin olabiliyorum? Çünkü elimizde çok benzer normlar var. 2010 Anayasa Referandumu.
Hatırlayalım. Tek bir slogan üzerinde yoğunlaşılan Anayasa değişiklikleri daha sonradan bizzat kendi mimarları tarafından ‘hatalı’ olarak görüldü. Peki neden bu hatalar referandum sürecinde görülmedi, algılanmadı; çünkü sloganın çekiciliği büyüktü.
Darbe Anayasası tarihin çöplüğüne atılıyor
Türkiye’de darbeleri sonlandırıyoruz

Yetmez ama EVET
Bu büyük sloganlar etrafında, hayhuy içerisinde referandum yüzde 57.88 evet ile kabul edildi. Evetçiler büyük başarı kazandı. Sonra n’ldu? Hayırcıları buldozer gibi ezdikleri için böbürlenen evet bloğu kendi bindiği dalı kesti. Yere düştü, dal kafasında patladı!
O günleri biraz daha hatırlayalım mı?
Bugün bakınca çok enteresan demeçler çıkmış o zamanlarda. Buyurun bir demet;
SİNAN ÇETİN: Bir daha darbe olmasın diye: EVET
ZEYNEP TANBAY: İlk kez vesayet rejiminin sona ermesi için kapı açılıyor. Yazık ki Anayasanın içinde fındık, kayısı arayan bir muhalefetle referanduma gidiyoruz.
İSKENDER PALA: Evet, TSK’dan yargısız infaz ile ihraç edilen 1665 insanın hakkı için.
AHMET ÖZHAN: Türkiye’nin önünü açacak bir atılım. AK Parti bu atılımı başlatarak çok doğru bir iş yaptı.
MURAT YALÇINTAŞ: Türkiye’de yeni bir sayfa ve dönem açılacak.
***
Bugüne dönecek olursak Anayasa Referandumu yine benzer sloganlarla savunuluyor veya reddediliyor.
Evetçiler Hayırcıları Türkiye’nin önünü tıkamakla suçluyor. Hayırcılar Evetçileri vatanı satmakla suçluyor.
Değişiklikleri derinlemesine tartışmak yerine birbirimizi itham etmekten vazgeçelim. Evet’i de savunuyorsak Hayırcıya bağırarak çağırarak değil, Hayır’ı da savunuyorsak Evet’i savunanlara çemkirmeden vaziyetleri anlatalım.
Bağrışlar çağırışlar yükseldikçe mantıklı düşünme vücudu terk edecek! Sonrası sadece popülizm ve göz kamaştırıcı sloganlar, laflar…
***
Memleketin referandum geçmişini şöyle bir gözden geçirince, insan üzülerek görüyor ki vaziyet hep yukarıdan anlattığımız gibi olmuş.
O öyle bu böyle diye lafı çok da dallandırmanın anlamı yok! 2010’daki vaziyet herkesin malumu. Peki, 1982 Anayasası referandumuna ne demeli! Tamı tamına % 91 evet ile kabul edildi.
İstatistiklere bakılırsa Türk milletinin ‘evet’ diyerek kabul ettiği referandum sonuçlarının pek parlak olduğu söylenemez.
Hayırlısı! 
(Bizim Sakarya Gazetesi / 29.01.2017) 

26 Ocak 2017 Perşembe

REEL GÜNDEM!

Özal’lı yıllarda çokça duyduğumuz bir cümleydi, ‘reel ekonomi’.
Trende, vapurda, otobüste… Gazetede, radyoda, televizyonda… Her yerde tek konu, herkesin dilinde ‘reel ekonomi’. Ne olmalı da nasıl olmalı da reel ekonomiyi ne yapmalı… Köprüyü mü satmalı, daha çok yol mu yapmalı, şu boş arsaya bir apartman daha mı dikmeli…
Çocuk aklımla koca koca adamları dinler, konuştuklarını anlamaya çalışırdım. Ama yine de ekonominin dönen çarklarını anlayamazdım… Büyüdüm, hala ekonomiyle ilgili bir takım açıklamaları dinliyorum, ama yine anlayamıyorum. Politikacıların, ekonomistlerin, koca koca finansçıların ekonomik sistemi uzun uzun anlatmaları da benim için bir sonuç vermiyor. Anlayamıyorum!
Ekonominin çarkları nasıl dönüyor? Her şey tıkır tıkır giderken nasıl bir anda kriz patlıyor? Koca koca inşaatlar yapılırken, dev dev yatırımlar olurken aniden satışlar duruyor! Borsa neden düşüyor, döviz neden artıyor? Döviz artıyor, o zaman borsa neden düşmüyor? Anlayamıyorum, koca koca adamların anlattıkları da mantıklı gelmiyor. Dünya’da dolaşan bir para varmış; o para çekiliyormuş – geliyormuş – gidiyormuş – bunlar geçiciymiş – içeriye güçsüz – dışarıya güçlüymüşüz. Öyleymiş de, böyleymiş…
***
Tabiî ki, ekonomistlerin ciltler dolusu tez ve antitezleri vardır. Yinede Adam Smith’in ‘Milletlerin Zenginliği’ kitabının tarladaki Osman dedeye, pazardaki Ayşe teyzeye faydalı olabileceğini ve cebindeki paranın neden eridiğini anlatabileceğini düşünmüyorum.
Öyle olmuşta böyle olmuşta döviz yükselmiş, dememek lazım. Sana ne dövizden suyu Euro’yla mı içiyorsun, dememek lazım. Geçen yıl Ayşe teyze Almanya’daki kızını ziyarete gittiğinde marketten 1 Euro’ya aldığı suyu 3,24 liraya (23 Ocak 2016 tarihli kur) içerken bugün o suyu 4,03 liraya içiyor. Afiyet olsun!
Tabiî ki, konuyu şöyle de görebilirsiniz Euro artıyor. Veya daha realist bir şekilde şöyle: Türk Lirası düşüyor. Kısacası sen fakirleşiyorsun! Bunun adı da açık ve seçik olarak devalüasyon.
Tedirgin edici taraf ise bu durumu kabullenmeyip öyle olmuşta böyle olmuş denilmesi. Ve şahsen beni korkutan gelişme ise hükümet sözcülerinin ‘reel ekonomiyi güçlendirmeliyiz’ babında açıklamaları. Çünkü Özal döneminde bunu yaşamıştık; sürekli reel ekonomiyi konuşurken, reel ekonomi güçlenecek Türkiye uçacak derken koalisyonlu, bol enflasyonlu ve krizli yıllar geldi. Umarım bu filmin sadece başı benziyordur.
***
Halkın reel gündemi ekonomi olmaya başladı. Cebindeki paranın erimesiyle birlikte düne kadar ‘amann ekmeği de dolarla almıyorum yaa artarsa artsın’ diyen vatandaş bugün iPhone almak için telefon bayisine gittiğinde fiyatların dolar kurundan dolayı güncellendiğini görünce bir şaşkınlık geçiriyor.
Türk parasındaki kan kaybı devam ediyor. Çabuk unutan insanlar olduğumuz için veya çabuk kabullenen insanlar olduğumuz için süreçleri pas geçiyoruz bazen. Bu yazı için kendi arşivimi karıştırırken yine bu sütunlarda, 13 Eylül 2015 tarihinde (http://www.bizimsakarya.com.tr/m-devaluasyon-5142.html#.VkR_1bfhCM8) aynı konuyu yazmış olduğumu gördüm. Dövizdeki yükselişin, Türk parasındaki erimenin ne kadar uzun zamandır sürdüğünü süreci yaşarken fark edemiyoruz galibi.
Şöyle demişiz o zamanlar, Eylül 2015’te:
“90’lı yıllara yakinen tanıklık ettiğim için ekonomiyle ilgili bir de ‘devalüasyon’ kelimesini çok iyi biliyorum.
Nedir devalüasyon? Halk tanımıyla, paranızın nanay olması…
Kitaptaki tanımı ise şu; “Devalüasyon, bir devletin resmi para biriminin diğer ülke dövizleri karşısında değer kaybettirilmesidir.”
Haber dilindeki karşılı ise ‘dolar arttı, euro zıpladı’ gibisinde olur. Tersten bakış açısı ise ‘Türk parası dibi gördü’.
Doları ele alalım. Ocak ayında 2,20 / 2,30 bandında seyreden dolar seçimlerin hemen ardından 8 Haziran günü 2,75 liraydı. Bugün ise 1 dolar alabilmek için cebinizden 3,04 lira çıkartmak zorundasınız.
Artık birçok Avrupa ülkesinde Türk Lirası 10’luk sitemle işlem görüyor. Döviz bürolarında 10 TL’nin karşılığı para birimi yazılıyor. Birçok ülke tv’sinde ve gazetelerinde TL döviz tablosundan çıkartıldı.
Türk parası müthiş bir değer kaybı yaşadı ve hızla yaşamaya devam ediyor. Lafın özü 6 sıfırı atarak kazandığımız değer sıfırlandı.” 
(Bizim Sakarya Gazetesi / 22.01.2017) 

11 Ocak 2017 Çarşamba

CANIM SEDAŞ POSTUN NEREDE?

Miniklerin söyledikleri şarkıya benzedi bu. Hani kreşlerde minik eller birbirine tutuşur, bir halka kurarak ve tiz sesleriyle hep bir ağızdan söylemeye başlarlar: 
Küçük kurbağa, küçük kurbağa / Kuyruğun nerede?
 
Kuyruğum yok, kuyruğum yok / Yüzerim derede.
 
Onun gibi: Canım SEDAŞ, canım SEDAŞ POStun nerede?
 
POStum yok, POStum yok / Keserim elektriğini de
 

***
 
Şehirde en çok para seven kurum olan SEDAŞ’ın veznelerinde POS makinesinin kullanılmadığını öğrenmek bende şok etkisi yarattı açıkçası. Tek bir aylık faturayı tahsis edemediği için binlerce insanın elektriğini kesen SEDAŞ POS makinesi kullanmıyor. Neden kullanmıyor, çünkü bankalar SEDAŞ’a uygun faiz oranı uygulamıyormuş. Bana ne? Yani vatandaşa ne? Canım SEDAŞ, tek bir fatura ödenmediği zaman elektriği kesiyor. O zaman vatandaştan para almak için her türlüğü kolaylığı yaratacak. Bu kolaylığı yaratamıyorsa o zaman vatandaşa karşı daha esnek davranacak. Mesela zırt diye elektriği kesmeyecek. Milletin kışın soğukta, yazın aydınlatmayan ampulün altında oturmasına izin vermeyecek. Manavdan 1 kilo domatesi bile 4 taksitle kredi kartıyla almaya alışmış olan Türk milletinin SEDAŞ faturasını kredi kartıyla ödeyememesi büyük bir eksiklik.
 
***
 
SEDAŞ veznelerinde kredi kartının tamamen kullanım dışı olduğunu söylemek tabi ki mümkün değil. Ancak durumda fark var. Bir kerede kredi kartı geçemiyorsunuz. Ve bize ulaşan duyumlara göre, kredi kartı ile ödeme yapmak isteyen vatandaşlar veznedarlar tarafından özel fatura ödeme merkezlerine yönlendiriliyormuş. Buna ne gerek var. Olsun SEDAŞ’ın veznesinde bir tane POS makinesi, vezneye gelen vatandaş da tek seferde geçsin kredi kartını, akabinde de duysun ‘vadaaaaa’ sesini. İçi rahatlasın(!) SEDAŞ’ta kredi kartıyla ödeme yapmanın bir diğer yolu ise internet bankacılığı veya bankalardan ödeme talimatı vererek fatura ödemesi yapmak. Ama bizim burada bahis konusu yaptığımız böyle bir sistem değil.
 
***
 
Söylemek istediğimiz şey şudur ki, mesela çok sıkıştınız. Paranız yok. Kredi kartınız da yok. Elinizde tek SEDAŞ faturanız var. Bir an için düşünün bütün varlığınız bu. Ve bu varlık size ağır gelmeye başlıyor. Çünkü o tek fatura ödenmezse evinizdeki elektrik kesilecek. Ve o elektrik kesilirse TV’den Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Halka Sesleniş’ konuşmasını dinleyemeyeceksiniz. Bu sizde büyük bir sıkıntı yapıyor. Bu sıkıntıyı üstünüzden atmak için Erdoğan hükümetinin özelleştirdiği SEDAŞ veznesine gidip hemen faturanızı ödemeniz gerekiyor. Ne yapacaksınız? Hemen kredi kartı olan bir arkadaşınızdan rica edeceksiniz. Kredi katı ile tek geçelim faturayı ben sana sonra elim rahatlayınca öderim, diyeceksiniz. Kara gün dostu arkadaşınız, ödenmezse elektrik kesecek SEDAŞ faturası ve Türkiye ve Dünyanın her yerinden alışveriş yapılan o kredi kartı ile vezneye gidiyorsunuz. Ama bu işlem hiçbir işe yaramıyor; çünkü veznede POS makinesi yok.
 
***
 
Vatandaşa daha iyi hizmet versin diye özelleştirilen SEDAŞ, vatandaştan daha rahat para alabilmek için POS makinesi kullanmıyor. Anlamak oldukça güç…
 
Kendi çıkarlarını korumak için böyle bir uygulama yaptığı aşikar. Az önce de belirttiğim gibi bankaların faiz oranları SEDAŞ’a cazip gelmiyor. Kendi menfaatini bu kadar ön planda tutan kurumun birazcık da vatandaşın menfaatlerini düşünmesi gerekmez mi?

(Bizim Sakarya Gazetesi / ARŞİV)

TÜRKİYE’NİN İNOVASYON VE DİJİTALLEŞMEYE İHTİYACI VAR

Çiçekçilik sektöründe dünya devi olarak kabul edilen Royal FloraHolland, Hollanda’nın kraliyet markasıdır. Uluslararası pazarlara açılmayı ...