Sürekli
yuvarlanan bir taş gibi neredeyse hiç yosun tutamamak, hiç yer edinememek
demektir göçmen olmak. Sürgün geçmişinden kalan yaralarının yer yer kanamasıdır
göçmen olmak. Mutlusundur ama hep içinde bir sızı, hep içinde bir acabayla
yaşarsın.
Önce
ayakta durmak için çabalarsın; yaşama tutunmak için çalışırsın. Sonra… Zaman
artık dönmek için çok geç, kalmak için ise erken olmuştur. Doğdun öz vatanın
yabancı, yabancı vatanın öz yuvan olmuştur.
Hiçbir
kimseyi tanımadan göç ettiğin şehirde gün gelir selam vere vere yürürsün
yollarında. Yeni doğumlar hayat verir göçmen ailesine. Ve nasıl olduğunu
anlamadan mezarları doldurmaya başlarsın bir bir… İşte o günde artık her türlü
karar için geçtir. Neresi vatan, neresi sıla duygular birbirine karışır.
***
Zor
zanaattır göçmen olmak. Bir o kadar zor iştir göçmen çocuğu olmak. Asıl sizin
istikbaliniz için göç edilmiştir; yeni yurtlar bulunmuş, yollara düşülmüş,
sınırlar aşılmıştır. Ve bir gecede sizin bütün hayatınız değişmiştir. 89 ve
sonrasında bu düşünceyle, ‘çocuklarımız daha iyi yaşasın’ diye İskandinavya
kıyılarından Anadolu bozkırlarına kadar tüm Avrupa kıtasına ve hatta Kanada’dan,
Amerika, Avustralya’ya dağıldık.
Bulgar
asimilasyon baskısından kurtulmak isteyen Bulgaristan Türkleri yeni nesli çil
yavrusu gibi dağıttı. Kimimiz Kopenhag’ta kimimiz Isparta’da yeni yeni
yaşamlara sarıldık. Birbirimizden kopuk ama Türklük bilinciyle ve yurdumuz
Balkan topraklarına sorumluluğumuzla yaşamaya devam ediyoruz.
***
21
Ağustos 1989 gecesi sınırın kapanmasına dakikalar kala Türk ana topraklarına
giriş yapmış göçmen bir ailenin 9 yaşındaki korkak göçmen çocuğu olarak bütün
hayatım boyunca hep o kırılma anını düşündüm. O gece o sınır geçilmese ne
olurdu? Yaşamım nasıl olurdu? Şimdi nerelerde olurdum?
Sadece
9 yaşında olmama rağmen hep hayalini kurduğum Türkiye’ye nihayet kavuşmuştum,
kavuşmuştuk… Ama asıl zorluk bundan sonraydı. Özlemini duyduğun bir Türk yurdu,
ama yaşam biçimini hiç bilmediğin bir ülke. İçten bir sevdayla sevdiğin
Türkiye, ama yaşama sistemini hiç bilmediğin bir ülke. Görmeden çok sevdiğin
bir Türk halkı, ama senin hiç bilmediğin etnik ayrılıklar… Bunları bir çırpıda algılamak,
kabullenmek ve yaşamına adapte etmek kolay değil. Uzun bir mücadele süreci;
“Ben Bulgar değilim, Bulgaristan Türküyüm”, “Bizimkiler oraya gitmemiş, biz
Osmanlı döneminde Balkanlara yerleştirilen Türkmen kıyı boylarının torunuyuz”, kibrit
kutusu kadar inşa edilmiş gettolarda kendi paranla satın aldığın evi devletin hediye
etmediğini anlatma çabası… gibi gibi…
Toplumun
bütün ön yargılarına ve bilgisizliklerine rağmen Türkiye’de göçmen olarak
yaşadık; sadece vatanımıza bağlılık gösterip sadece çalıştık, çok çalıştık… Kimsenin
tavuğuna kış demedik ama kimseye de boyun eğmeden kendimizi kabul ettirdik.
***
Dedim
ya ‘sınırı geçmesek ne olurdu’ sorusu kafamda dolanıyor. Bugün ise geldiğimiz
nokta gönül kırıcı! Türkiye’nin göç sorunu bizim üzerimizden tartışılıyor.
Suriyeli mültecilere Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmesine argüman
olarak seçilmek biz Balkan göçmenlerini yaralıyor. Bu noktaya gelmemiz oldukça
can sıkıcı.
Biz,
öz Türk olarak anavatanımızda sadece göçmen olduk, göçmen gibi yaşadık. Ne bir
sokak köpeğini tekmelerle öldürdük, ne yerleşik ahaliyle kavga ettik, ne de
bomba yaparken bombayı elimizde patlattık…
Çünkü
göçmen olarak yaşamak kavga etmek, yasa dışı işlere buluşmak değildir. Göçmen
olmak yaşam mücadelesi vermektir, ayakta kalabilmektir.
Savaştan
kaçtıkları için hayat mücadelesi vermeye çalışan Suriyelilerin birçoğunun agresif
tavırları ise hiç de göçmen kimliğine uymuyor. Yerleşik topluma ayak uydurmak
yerine kendi kültürünü zorla kabullendirmek göçmene yakışır iş değil!
Biz,
Bulgaristan Türkleri sadece onurumuz ve ismimiz için yaşarız.
Eğer katil, hırsız,
dilenci, asalak gibi yaşamayı kabul etmiş bazı Suriyelileri vatandaşlığa
geçirmek için örnek gösterileceksem ben vatandaşlığımı bırakmaya hazırım!
(Ajans Bulgaristan / 12 Temmuz 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder