30 Kasım 2015 Pazartesi

PALMİYE CADDESİ’NİN BAKIMSIZ PALMİYELERİ

Bir yıla yakın bir zaman dilimindedir peyzaj kültürü ile yakinen bir temasım var. Bu işe başlamadan önce Peyzaj Mimarı bir arkadaşım ‘peyzaj’ senin bakış açını değiştirecek, demişti. İnanmadım! Bugün gelinen noktada haklı çıktığını kabul ediyorum.
Peyzaj Mimarı arkadaşım, peyzajla ilgilisi olmayan insanların yolda yürürken trafik ve binalara takıldıklarını ama peyzajla birilikte görüş açısına bitkiler, çiçekler ve çevre düzenlemesinin girmeye başladığını söyledi. Ve ekledi; gazeteci olarak bir yerden sonra trafiği yazmayı bırakacaksın.
Tamamen haklı çıktı!
BizimSakarya’da yeniden yazmaya başladığım zaman ilkyazımın başlığı ‘Bir yayanın Adapazarı rehberi’ idi. Şehirde yayalar ve araçların trafik keşmekeşliğini anlatıyordum. Bugünkü yazı ile gazetede 40 sayısına ulaştık. Eski yazılarıma bakıyorum bir düzineye yakın peyzajla, süs bitkiciliği ile ilgili yazılar yazmışım.
***
Bugün bir yenisi daha bunlara ekleniyor. Peyzaj vizyonu gözümün önünde dururken yazmazsam çatlarım!
Adapazarı’nda Palmiye Caddesi olarak bilinen Yeni Cami Bulvarı’nda bulunan palmiye ağaçlarının bakımsız durumu sizi de rahatsız etmiyor mu?
Palmiye gövdelerindeki yaprakların kesilme zamanı geldi de geçiyor bile. Bunu Büyükşehir / Adapazarı belediyeleri park bahçeler görevlileri görmüyor mu acaba…
Çünkü bildiğimiz kadarıyla; “Palmiyelerde yaprak kesimi, kurumuş ve göze hoş görünmeyen, bazı zararlılar için saklanma yeri olan, kuruyarak yangın tehlikesi oluşturan yaprakların temizlenmesi şeklinde yapılır.” (Floraplus Dergisi)
Üstelik yukarıya doğru yaprakları budanan palmiyeler çok daha hoş bir görünüme kavuşuyor. Belki o zaman otomatikman bulvarın manzarası bile değişebilir.
***
Görevliler zamanı geldiğinde mutlaka bakımını yapacaklardır.
Biz sadece gözümüze takılan bir hususu dillendirelim dedik…
Zaten Adapazarı merkezinde palmiye görmek göz zevkimi yeterince zorluyor. Bir de üstüne kendisine yabancı iklimde yaşamaya çalışan zavallı palmiyeleri bakımsız görünce üzülüyor insan.
***
Bizim belediyelerin peyzajda palmiye kullanma şaşırmacasına hiç değinmeyeceğim…
Palmiye bitkisi peyzajda deniz, güneş, doğa, tropik bir görüntü oluşturarak insanlarda tatil hissi uyandırır. Belediye de büyük ihtimalle bütün yaz, benim gibi çalışanlara inat olsun diye o palmiyeleri gözümüze sokuyor. Yoksa en yakın denize 50 kilometre, Akdeniz bölgesine 7 saat uzaklıkta bir şehrin orta yerine neden palmiye ekilsin. Bir metafor oluşturulmuş…
***
Hele Yeni Cami’nin avlusunda bulunan palmiyeler sanırsınız ki, Adapazarı Yeni Cami değil, Antalya Kepez’deki Yeni Cami avlusu.
***
Bir şehir peyzajının o şehrin özelliğini yansıtması gerek vesselam… 
(Bizim Sakarya Gazetesi / 23.09.2015) 

13 Kasım 2015 Cuma

GENEL KAZIK SİGORTASI!

Türkiye’de yaşam sürekli birine borçlanmakla geçiyor.
Ya mahalle bakkalına borcunuz vardır ya da sokaktaki otoparkçıya.
Dostunuza zor günde aldığınız bi’ yüzlük borcunuz vardır, hiç olmadı site yöneticisine aidatı hala ödememişsinizdir.
Bankaya kredi kartı borcunuz zaten vardır, işverenseniz stopajıydı işçinin sigorta primiydi dizi dizi birikmiştir.
Bunların hiçbiri yok mu?
Hiç merak etmeyin, o zaman da devlet size bir borç çıkartır.
***
Bendeniz ülkede borçsuz harçsız yaşayan ender mutlu azınlıktandım. Bundan bir süre önce banka kartımla aramdaki ilişkiyi de bitirdikten sonra mutlu mesut yaşıyordum ki, devlet beni borçlu çıkarttı.
Genel Sağlık Sigortası diye bi’şey varmış. O genel şeyden ben tamı tamına 6 bin 879 lira 88 kuruş devlete borçluymuşum.
Laa ben kimseye borçlanmayayım; rahat bir hayat yaşayayım diye bu yaşıma kadar ne kredi çektim ne mala mülke tamah ettim. Devletin bana yaptığı hak mı? İnsanlığa sığar mı?
Gittim devlete sordum, bu dedim neyin borcu?
Devlet dedi, senin yerine sigortanı yatırdık.
Bu çok güzel bir şey. Devlet ben görmeyeli baya sosyal devlet olmuş. Demek ki, sigortası olmayan vatandaşına sigorta yapıyor. Ne kadar güzel! Olması gerektiği gibi.
Dedim, çok güzel çok teşekkür ederim. Peki bu borç ne? Borç nerden çıktı?
Devlet dedi, ben senin primini ödedim sen şimdi bana geri ödeyeceksin.
Allah Allah!!!!!
Dedim, ödemeseydin o zaman bana mı sordun?
Devlet dedi, olmaz devlet vatandaşını sağlık güvencesi olmadan bırakmaz!
Dedim, ne güzel bir iyilik yapmışsın şimdi niye geri istiyorsun.
Sistem böyle, dedi.
***
Bak güzel kardeşim devletim!
Ben zaten sigortalı çalıştığım zaman benden prim kesiyorsun. Üstüne vergi alıyorsun. Alıyorsun da alıyorsun… Kestiğin primleri bir sandıkta biriktiriyorsun. Ben sigortasız olduğum zaman sağlık harcamamı sigortalı çalıştığım zamanda benden biriktirdiğin paralardan karşılasan olmuyor mu?
Hem bana 6 bin küsur nerdeyse 7 bin liraya yakın sağlık borcu çıkartıyorsun. Benim ise bu esnada doktora gidip muayene olmuşluğum bile yok.
Çok şükür sağlığım arada bir eczaneden bir kutu Arveles almaktan öte gitmeyen bendenize özel hastane gibi fatura çıkartıldı.
Yüzüme botoks mu yaptırdım ki devlet bana 7 bin lira borç çıkartıyor.
***
Devletin sözcüsü SGK memuru dedi ki, yanlış hesaplanmış primler bu güncellenecek borcunuz kalmaz, bu borç 150 TL’ye filan iner.
Şaka mısınız siz!!!
7 bin liralık borç nasıl 150 TL’ye iniyor.
Bu nasıl bir sistem, bu neyin kafası?
Etrafımda kime sorsam bir Genel Sağlık Sigorta borcu var. Sonra borç siliniyor filan…
Ülke çok gergin olduğu için devlet arada bir bize şaka mı yapıyor acaba… 
(16.09.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

12 Kasım 2015 Perşembe

DEVALÜASYON

Ortalık öylesine toz duman, öylesine gürültülü, öylesine karanlık ki bazı sesler duyulmuyor, bazı çığlıklar işitilmiyor, bazı gerçekler görünmüyor.
Benim parayla aram hiç olmadı. Kısaca paraya karşı bir adam oldum hep. Sağ olsun para da hep bana karşı oldu. Aramızda ciddi bir mesafe var ne o bana yaklaşıyor ne de ben ona…
Paranın ekonomisinden, muhasebesinden, iktisabından kısaca kitap dilinden de hiç anlamam.
Tek bildiğim nerde bir karışıklık çıksa, nerde bir kavga olsa bu işten kim kazançlı çıkıyor diye bakarım. Hemen bakış açımı değiştiririm. Koca koca dünya savaşlarına ekonomik gözle baktığınız zaman algınız daha farklı oluyor çünkü. Truva savaşının Helen’in güzelliği için değil de Truva’nın ticari potansiyeli için 10 yıl sürdürüldüğünü düşünmek romantizmden uzaklaştırıyor insanı…
***
90’lı yıllara yakinen tanıklık ettiğim için ekonomiyle ilgili bir de ‘devalüasyon’ kelimesini çok iyi biliyorum.
Nedir devalüasyon? Halk tanımıyla, paranızın nanay olması…
Kitaptaki tanımı ise şu; “Devalüasyon, bir devletin resmi para biriminin diğer ülke dövizleri karşısında değer kaybettirilmesidir.”
Haber dilindeki karşılı ise ‘dolar arttı, euro zıpladı’ gibisinde olur. Tersten bakış açısı ise ‘Türk parası dibi gördü’.
Doları ele alalım. Ocak ayında 2,20 / 2,30 bandında seyreden dolar seçimlerin hemen ardından 8 Haziran günü 2,75 liraydı. Bugün ise 1 dolar alabilmek için cebinizden 3,04 lira çıkartmak zorundasınız.
Artık birçok Avrupa ülkesinde Türk Lirası 10’luk sitemle işlem görüyor. Döviz bürolarında 10 TL’nin karşılığı para birimi yazılıyor. Birçok ülke tv’sinde ve gazetelerinde TL döviz tablosundan çıkartıldı.
Türk parası müthiş bir değer kaybı yaşadı ve hızla yaşamaya devam ediyor. Lafın özü 6 sıfırı atarak kazandığımız değer sıfırlandı.
***
Taraf’tan Süleyman Yaşar, TİK rakamlarını şöyle değerlendirmiş: “Türkiye İstatistik Kurumu bu yılın ikinci çeyrek büyümesini açıkladı. Buna göre; Nisan – Mayıs – Haziran’da Türkiye ekonomisi Türk Lirası olarak sabit fiyatlarla geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,8 oranında büyüdü. Ama dolar geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10,7 oranında küçüldü. Böylece son bir yılda milli gelir 799 milyar dolardan 772 milyar 337 milyon dolara geriledi. Böylece kişi başına gelir 10 bin 390 dolardan 9 bin 901 dolara düştü. İşte kişi başına gelir, on bin doların altına gerileyince, Türkiye orta gelirli ülkeler arasından çıkıp fakir ülke kategorisine doğru yol aldı.”
***
Ekonomide böyle büyük ve önümüzdeki günlerde çok başımızı ağrıtacağa benzer durumlar mevcut. Ancak biz malum sebeplerden dolayı ülke gündemimizi hiç bu noktaya getiremiyoruz. Canımız yanıyor, bunları konuşacak zaman değil…
Öte yandan da hızla yeni / yeniden seçime hazırlanıyoruz.
Bir seçimin en büyük argümanın ekonomi olması gerekir. İktidar partisi ekonomideki başarısı ve başarısızlığı ile sorgulanır. Muhalefet partileri ise ekonomiye katacaklarıyla oy isterler.
Peki biz bu seçim sürecinde ekonomiyi konuşabilecek miyiz? Hiç sanmıyorum.
Gündem maddelerimiz şimdiden belli; terör, PKK, HDP, HDP meclise girmesin, HDP meclise girsin…
***
Ekonomiyi kim konuşacak peki…
Türk parasının değersizleşmesinin hesabını kim verecek peki…
Göz göre göre devalüasyon yaşadık, bu gündem dahi olamadı. Türkiye’de iktidarlar ekonomik kriz yaşanmadan çökmez. AK Parti eliyle ekonomik kriz gizleniyor! Dikkatler çok daha büyük bir hassasiyete çekildi.
Artan terör olaylarına böyle baksak çok mu büyük bir komplo teorisi ortaya koymuş oluruz acaba… 
(13.09.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

10 Kasım 2015 Salı

METRO İLE BİR GARİP YOLCULUK!

Pazar gezmesi için İstanbul Anadolu yakasına kadar gideyim dedim. Dedim n’olacak şurası, 5 dakikada Beşiktaş. Dedim başıma ne gelebilir ki!!!
Şehirlerarası yolculuklarda son 10 küsur yıldır ilk tercihim olan Metro Turizm yazıhanesine doğru yöneldim. Sonu 1003 numaralı Metro Passenger Card’ımı çıkartıp bir tane koridor kenarı Adapazarı - Samandıra bileti istedim.
Saat 15.00… 543480 numaralı sefer… 15 numaralı koltuk… 21 lira, bunun 3,20 TL’si devlete vergi… servis 14.30’da buradan kalkıyor, size uyar mı dedi gişe görevlisi. Her şey yolunda görünüyor; uygundur dedim bana uzatılan bileti imzalayıp cebime koydum.
Artık Metro ile aramızda imza gibi güçlü bir bağ vardı. Nikah memurunun önünde atılmış imzaya benziyor, yolculuk başladığında geri dönmesi zor!
***
Sıradan bir pazar gününde Vodafone reklamındaki kız gibi çile çekeceğimi nereden bilebilirdim ki!!! Hani şu güneye doğru otobüsle yolculuk yapan ama internet paketi yetersiz olan kız. İşte o manzaranın benzerini, üstelik internet paketim varken yaşadım.
Daha da kötüsü bir ara kendimi Kusturica filminde figüran sandım. İlerleyen dakikalarda sahneler o derece birbirine girdi ki, Babalayka filmini Kusturica çekmiş gibiydi…
***
Yolculuk zaten rötarlı başladı. Saat 15.00 ama otobüs terminalden hareket etmiyor. Saat 15.04 hala debriyaj gazla buluşamıyor. 17 ve 18 numaralı yolcular ortalıkta yok!
Telefonlar ediliyor, sonunda saç modele 90’ların futbolcularını anımsatan muavin şoföre ‘gidebiliriz’ sinyalini çakıyor.
Ancak 15.06’da yola revan oluyoruz. Yolumuz açık olsun! Derken o da ne? Şoför TEM girişini umursamayıp Eskişehir’e doğru yollanıyor. Yanlış otobüse mi bindim acaba? Yanımdakine bir ‘yolculuk nireye hemşerim’ sorgusu çekiyorum. Doğru, İstanbul otobüsündeyiz ama otobüs İstanbul yolunda değil. Muavini sorguluyorum; “Abi sohbete dalmışız, girişi atladık” diyor. Pamukova’ya gelmeden önce üst geçitten U dönüşü yapılıyor, TEM’e ulaşıyoruz.
Artık bu yol yağ gibi akar!
***
Sapanca’da dinlenme tesisinde yolcu takviyesi yapılacak. 17 ve 18 numaralı yolcular buradan temin edilecek. Ama hesap birden şaşıyor!
Adapazarı Terminalinden eksi 2 yolcuyla yola çıkan otobüs Sapanca’da artı 5 yolcu ile yola devam etti. Kafam bir anda kazan gibi oldu, ortaokul yol / hız problemi çözer gibi hissettim kendimi. İşin içinden çıkamadım. Muavin de çıkamadı! Yine telefonlar sağ sola, merkeze ve şubeye…
Neyseki 2 kilometre sonra bu ayaktaki 5 yolcudan ikisini otobanda park halindeki bir Metro otobüsünün yanında indirildi. Yolcular inince fark ettim ki biri çocuk ve diğeri Metro yeleği taşıyordu. Muhtemel otobüs yolda kalmış, şoför ve oğlu otobüsü teslim almaya gidiyor. Bulunduğumuz yolcu otobüsü de onlara servis görevi yapmıştı.
Ayaktaki yolcuları eksiltmek de krizi çözümleyemedi. Elimizde hala ayakta yolculuk eden 3 yolcu var. Bir ara gözüme ilişti meğer hostes kotlu da doluymuş.
Muavin ayaktaki yolcuları merdivenlere oturturken bir yandan da neden böyle bir fazlalık çıktığını çözmeye çalışıyordu. Sonradan durum anlaşıldı ki yolculardan birisi biletini internet üzerinden almış ama elinde bilet yok. Evet bileti almış ama bir saat sonraki sefer için.
Yine de ben geriye kalan 2 fazladan yolcunun nereden çıktığını anlayamamışken otobüs bir anda TEM’den çıktı. Otobanda güzel güzel seyir halindeyken Körfez’de D-100’e giren otobüs Gebze’ye kadar eski yoldan seyahatine devam ettirdi.
***
Ancak saat 17.05’te Samandıra tesislerindeydim.
Akşam dönüş için yine Metro tesislerindeydim. Herhalde bir an için Stockholm Sendromu yaşadım ve Metro’dan kurtulamadım!
22.20 otobüsündeki yerimi aldım. Hem de nasıl yer almak; 16 numara tekli koltuk, geniş koltuklar, lcd lüks televizyon önümde, neredeyse yarısı boş bir otobüsle jet gibi bir yolculuk. Büyük konfor!
Mesafe aynı mesafe, firma aynı firma, bilet fiyatı aynı fiyat.
Sabah gelirken 3. sınıf, aşmam dönerken 1. sınıf. Metro’nun bunu yapmaya hakkı yok, kaliteye bir standart getirmeli. 
(26.08.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

9 Kasım 2015 Pazartesi

ADAPAZARI BELEDİYESİ’NE PROJE ÖNERİSİDİR

Adapazarı Belediyesi’nin akil yöneticileri beni ciddiye alırlar mı bilmem, ama kendi çapımda bir öneride bulunmak istiyorum.
En Güzel Balkon / En Güzel Bahçe Yarışması.
Amerika’yı yeniden keşfetmenin bir anlamı yok. Bu tarz yarışmalar eskiden çokça yapılırdı. Sonradan yok olmaya başladı.
90’lı yıllarda büyük revaçta olan yarışma belediyelerin Park Bahçeler Müdürlükleri tarafından organize ediliyordu. En temel amacı halka çevre bilinci aşılayarak aynı zamanda balkon ve bahçelerin bakımını teşvik edip kent estetiğine olumlu bir katkı sağlamaktı. Bu minvaldeki yarışmaların tamamen rafa kalktığını söylemek mümkün değil. Türkiye’de hala Güzel Balkon / Güzel Bahçe yarışmalarını düzenleyen belediyeler mevcut. İstanbul Kartal Belediyesi ve İzmir Buca Belediyesi bir çırpıda aklıma gelen belediyelerden sadece ikisi.
Hatta Aziz Duran Adapazarı Belediyesi’nin başındayken ‘En Güzel Bahçe’ diye bir yarışma düzenleniyordu. Bir – iki defa da Yenikent’e özel bahçe yarışması yapılmıştı.
Sonradan bu yarışmalardan neden vazgeçildi, bilemiyorum.
***
Hayati önem taşımıyor tabi ama yeniden gündeme gelmesinde kime ne zarar gelir.
Çiçekçilik sektörünün Türkiye’deki önemli firmalardan birisi olan İstanbul Büyük Çamlıca Fidanlığı Genel Müdür Yardımcısı Şükrü Babal, bir sohbet esnasında 90 yılları anlatırken şöyle cümleler kurdu: Balkonlarımız çok renksiz, 80’ler 90’larda insanlar yağ tenekelerinin içerisine çiçek ekiyor balkonlarını güzelleştiriyordu. Şimdi sektörde her türlü imkan var. En güzel çiçekler, en kaliteli saksılar var ama balkonlarımız çok renksiz kaldı. Belediyelerin yeniden yarışmalarla çiçek bilincini tazelemesinin faydalı olabileceğini söyledi.
***
Adapazarı gibi yeşili önemli bir yer teşkil eden, ayrıca fidan üretiminde önemli bir paya sahip olan şehre böylesi bir yarışma yakışır.
Hatta klasik boyuttaki bu yarışma daha da modernize edilebilinir. En Güzel Balkon / En Güzel Bahçe kategorisine En Güzel Kafe / Restoran Bahçesi veya En Güzel Peyzaj Uygulaması da eklenebilir. Böylelikle işletmelerin mekanlarında daha fazla yeşile yer ayırmaları özendirilir. Böyle bir yarışma ayrıca Sakarya’daki süs bitkileri üreticileri için de prestij niteliği taşır.
***
Adapazarı Belediyesi’nin güzel bir uygulaması var. Vatandaşlar projelerini kolaylıkla belediye yetkililerine ulaştırabiliyor. Belediyenin resmi internet sitesinde bulunan ‘Bir Projem Var’ bölümüne giren herkes burada projesini anlatarak, belediyenin ilgili birimine projelerini aktarıyor.
Biz bu yolu pas geçerek projemizi anlatmaya çalıştık. Umarım değerlendirmeye alınır.
Vatandaşlar da projelerini belediyeye iletmeye devam etsinler. Güzel projeler çıkacaktır.
Belediyenin, ‘tuvaletin tavanına gökyüzü resmi kondurmak’ projesi bu yolla mı ortaya çıktı bilinmez ama daha güzel proje fikirleri ortaya konulacaktır. 
(23.08.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi)

7 Kasım 2015 Cumartesi

ALİ’DEN İNCİLER!

Haberi okuyunca çalışır vaziyetteki bir İnci Beton mikserinin içerisine kendimi atasım geldi!
Çiçeği burnunda ama hükümetsiz kalan milletvekili Ali İnci ‘Adapazarı’ isminden rahatsız olduğunu alenen göstermiş.
Bizim gazetenin haberi aynen şöyle; “Sakarya Milletvekili Ali İnci, karayollarında bazı yön tabelalarında hala ‘Adapazarı’ isminin kullanıldığını belirterek düzeltilmesi için girişimlerde bulundu.”
Daha önce il yöneticilerinin ‘Adapazarı’ isminden rahatsız olduklarını ve Adapazarı markasını yok ederek Sakarya imgesini ön plana çıkarmaya çalıştıklarını iddia etmiştim.

Hantek’li milletvekilinin bu adımı iddiamın gerekçeli vaziyeti.
Sayın vekil şunları ifade etmiş; “Şehir içi ve şehirlerarası yollarda İstanbul, Eskişehir, Kocaeli, Düzce, Akçakoca yolu üzeri ve TEM Otoyolu tabelalarında kilometre gösterirken Adapazarı yazması sıkıntılara neden oluyor. Şehrimizin adı Sakarya olmasına rağmen hala Adapazarı yazılmasından rahatsız olduk. Bununla ilgili gerekli düzenlemelerin yapılması için Karayolları Genel Müdürlüğü’ne yazı yazdık. İnşallah kısa sürede tabelalar düzeltilecektir.”
***
Sakarya Milletvekili İnci’nin Adapazarı’ndan rahatsız olduğunun açık ve net ispatıdır bu demeç. Ne diyor milletin vekili; Şehrimizin adı Sakarya diyor…
Hayır değil, Sakarya bir şehir değil Sakarya ilin adı.
İlin merkez şehri Adapazarı. Ama İnci gibi Adapazarı ismine alerjisi olan yöneticiler sayesinde durum içinden çıkılmaz bir hale geldi. Adapazarı’nın marka değeri düştü.
***
Aynı haberde fotoğraflar da kullanılmış. Fotoğrafların bir tanesinde yön tabelası görülüyor. Yön tabelasında sıralama şu şekilde; Alifuatpaşa, Sakarya, İstanbul…
Al buyur buradan yak!
Eğer tabela okumasını biliyorsam ne diyor şimdi bu tabela. Önce Alifuatpaşa’ya gideceksin, oradan dümdüz devam et Sakarya, sonra İstanbul…
Adapazarı nerde?
Adapazarı yok!
Peki Sakarya Alifuatpaşa’dan önce mi sonra mı? Alifuatpaşa mı Sakarya’ya bağlı Sakarya mı Alifuatpaşa’nın içerisinde.
Ne saçma işler yaptığınızın farkında mısınız?
***
Ne diyor Sayın İnci! Diyor ki, şehir içi yollarda Adapazarı yazması sıkıntı oluyor diyor. Kime sıkıntı oluyormuş acaba yol tabelasında hem de şehir içi yol tabelasında Adapazarı yazması. Sayın vekil bunu açıklasın da herkes öğrensin!
Adapazarı bir şehirdir, yüzyıllık tarihe sahip bir yerleşim alanıdır. Bir şehrin yol tabelasında isminin bulunması nasıl bir sıkıntı yaratıyor olabilir; kime bir sıkıntı yaratıyor olabilir.
İl tabelası sadece il dışına konulabilir. Onun dışında Adapazarı’na yolculuk etmek isteyen insanların yönlendirilmesi için Adapazarı tabelalarının bulunması gerekiyor.
Ancak bulunmuyor. Varsa yoksa Sakarya. İşte tam da bu zihniyetteki yöneticiler yüzünden Adapazarı ismi yok olmak üzere.
***
Anlamakta zorluk çektiğimiz bir diğer husus ise Sakarya ismine neden bu kadar aşık olunduğu. Anlamak güç!
Türk Belediyeler Birliği başkanlığı yapmış İnci neden tamamı Türkçe olan Adapazarı adından rahatsız olur da kökeni eski Yunancaya dayanan Sangarius’lu Sakarya’ya hayrandır.
Bunu anlamakta güçlük çekiyorum mesela…
***
Son olarak Sayın İnci’ye bir önerim var. Adapazarı adını silmek için sadece Karayollarına başvurmanız yeterli değil. Örneğin Kültür Bakanlığına da başvurun. Adapazarılı yazar Sait Faik Abasıyanık bundan sonra Sakaryalı yazar olarak anılsın. Hatta kitapları düzeltilsin, Abasıyanık’ın Adapazarı öyküleri Sakarya olarak değiştirilsin.
Ne de olsa şehrimizin adı Sakarya!!!
(21.08.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

2 Kasım 2015 Pazartesi

KENT MEYDANI’NDA YEŞİLE DÖNÜŞ

Bizi yakinen takip edenler bilir! Daha önce Sakarya Kent Meydanı için ‘Beton Meydanı’ demiştik. Gönderme yapmamış, doğrudan tespite bulunmuş ve eklemiştik; “Sakarya Kent Meydanı revize edilmeli” diye. Hatta yazımızı şöyle tamamlamıştık; “Bu ucube Kent Meydanı’nı toparlamak Başkan Toçoğlu’na düşüyor. Çünkü meydan ve parklara büyük önem veren Zeki Toçoğlu’nun yönettiği bu şehre, bu Kent Meydanı yakışmıyor. Sakarya Kent Meydanı ciddi bir revizyon çalışmasıyla iyi bir konuma gelebilir.”

***
Meğer Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu da Kent Meydanı’nın estetikten uzak, çağdaş peyzaj anlayışından nasibini alamamış durumundan rahatsızmış.
Başkan Toçoğlu hem meydanın beton yığını halinden rahatsızmış hem de bu durumu düzeltmek için işe koyulmuş.
Ne mutlu bize, ne mutlu bu şehirde yaşayan insanlara! Demek oluyor ki, Adapazarılılar yakında beton yığını kent meydanından kurtulacak.
***
Bizim gazetenin haber merkezinin yapmış olduğu haberden öğreniyoruz ki, peyzaj mimarları Kent Meydanı’nı toparlamak için ciddi bir mesai harcıyor ve güzel projeler ortaya çıkıyormuş.
Sizi bilmem ama ben haberi okuyunca çok mutlu oldum. Şehrimin orta yerinde tepelenmiş beton bloklardan kurtulmak önemli bir adım olacak. Tabii ki meydanın tamamen değişmesinden bahsetmiyoruz ama en azından görüntü toparlanacak.
Bizim Sakarya Gazetesi’nin haberine göre, başkanın masasında 3 farklı proje var. Başkan Toçoğlu meydana farklı bir kimlik kazandıracak ciddi bir proje istiyormuş.
***
Bizleri en çok sevindirecek olan gelişme ise projelerde önemli boyutta yeşil alana yer verilmesi. Umuyoruz ki, bu çalışmanın sonunda Kent Meydanı yeşile kavuşacak. Anladığımız kadarıyla yeni projeyle birlikte kent mobilyaları da meydanda daha aktif bir kullanıma sahip olacak.
Sadece tahminde bulunuyoruz ama projeyle birlikte büyük ihtimalle meydan komşuları olan Gar Meydanı ve Atatürk Bulvarı peyzajı ile bütünlük sergileyecek, aynı zamanda da kendi öz kimliğini üçlü arasında ortaya çıkarabilecek bir konuma gelecek.
***
Meydanla ilgili bir diğer önemli gelişme ise atıl vaziyette bulunan ve tam anlamıyla çöplüğe dönüşmüş olan sergi alanın yeniden düzenlenecek olması. Böyle bir düzenleme aciliyet ve zaruret taşıyor; zira sergi alanını toparlamak hem vatandaş hem de Katlı Pazar esnafına iyi gelecektir.
Meydandaki yenileme veya düzenleme çalışmaları bununla sınırlı kalmayacak. Meydan peyzajının en önemli parçası konumunda olan havuz de yeniden elden geçirilecek, çok daha işlevsel ve görselliği ön plana çıkacak bir duruma getirilecek.
***
Yeni proje çalışmalarını büyük bir merakla bekliyoruz.
Ne yapılırsa yapılsın mevcut durumdan daha kötü olamaz, ondan eminiz. Çok yerinde bir çalışma yapıldığını da biliyoruz.
Sabırsızlıkla bekliyoruz.
Bu şehir iyi bir Kent Meydanı’nı hak ediyor.

Kent Meydanı’nı yeşile dönüştürmenin de tam zamanı. 
(19.08.2015 / Bizim Sakarya Gazetesi) 

TÜRKİYE’NİN İNOVASYON VE DİJİTALLEŞMEYE İHTİYACI VAR

Çiçekçilik sektöründe dünya devi olarak kabul edilen Royal FloraHolland, Hollanda’nın kraliyet markasıdır. Uluslararası pazarlara açılmayı ...